Cevap:
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta, bir Anadolu kasabasını, bütün insanî ve toplumsal gerçekliğiyle veriyor: Soylu insanlarıyla, bayağı insanlarıyla; sevinçlerle, üzüntülerle; sevgilerle, nefretlerle; fakirlikle, zenginlikle; umutla, umutsuzlukla… Yarattığı insanlar, o çağın, o çevrenin insanları; birbirleriyle ilişkileri, belirli şartların biçim verdiği ilişkiler.
Romanın başarısını sağlayan öğelerden biri Sabahattin Ali’nin romanının kişilerine karşı davranışı ise ötekileri de ayrıntıları kullanmadaki şaşırtıcı ustalığı ile olayları geliştirmedeki romancı becerisidir.
Sabahattin Ali’nin kişilerine karşı davranışı ilginçtir: Gerçekten kendi dışında, gerçekten kendinden bağımsız kişiler gibi görür onları. Davranışlarına müdahale edemediği bu insanlara kimi zaman kızar, kimi zaman onların yardımına koşmak için çırpınır. Ama karışmaz -sanki- onların davranışına. Kafka’nın Max Brod’a söyledikleri geliyor aklıma: “Gerçek bir sanatçının kişileri gitgide kendilerini bağımsız kılar, yaşama güçlerini içlerinden alır, kendi içlerinden gelen bir güçle devinimlerde bulunur ve kimi zaman bu kişilerin alınyazıları yaratıcılarını şaşırtan eğriler çizer.” (Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk, s. 53) Kuyucaklı Yusuf’ta da kişiler gitgide kendilerini bağımsız kılarlar, ama burada devinimlerini belirleyen şey “kendi içlerinden gelen güç” değildir, kasabanın nesnel şartlarıdır; kişiler (daha doğrusu, halktan kişiler), bu nesnel şartların tam bilincinde değildirler, ama romancı bu şartların bilincindedir. Sabahattin Ali’nin öfkesinin kaynağını burada aramak gerek.
Kuyucaklı Yusuf, okuduğum Türk romanları içinde ayrıntıların en mükemmel, en ustaca kullanıldığı romanlardan biri. Sabahattin Ali’de inanılmaz bir gözlem gücü, inanılmaz bir bellek var; Kuyucaklı Yusuf’ta çizdiği dünyanın böylesine renkli, sıcak ve inandırıcı olması, bence, büyük ölçüde yaşantısından gelen gözlemlere, ayrıntılara bağlı. O pek önemsizmiş gibi görünen küçük küçük ayrıntılar, romana tam bir somutluk kazandırıyor; birdenbire kendinizi anlatılan kasabada, olayların ve insanların arasında buluveriyorsunuz; romandaki dünya, sanki romanın çerçevesini kırıp dışarıya fırlıyor, sizin dünyanıza karışıyor.
(…)
Çehov’un “Bir oyunda tüfekten söz edilmişse oyunun sonunda o tüfek patlamalıdır.” sözü, romanda ayrıntıların kullanılması konusunda da bir ölçü olabilir. Romanın 4. sayfasında Yusuf’un sağ elinin baş parmağı mı kesildi, bu parmak, Yusuf’un askerliğiyle ilgili olarak 164. sayfada karşımıza çıkar.
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta, âdeta, “Bir romanda ayrıntılar nasıl kullanılır?” sorusunun eksiksiz cevabını vermektedir.
Sabahattin Ali, sözgelimi, “O zaman mindere oturup yemeğe başlıyorlardı.” demez, “O zaman mindere yan oturup ayaklarını aşağı sallayarak karşılıklı yemeğe başlıyorlardı” der (Akba Kitabevi, 1943 baskısı, s. 152).
(…)
Romanın başarısını sağlayan bir başka önemli öğe de Sabahattin Ali’nin olay kurmakta, birbirleriyle bağlantılı olarak ve roman kişileriyle kasaba gerçekliğini ortaya çıkaracak biçimde olayları sürdürmekte, giderek, bu olaylar dizisine gergin bir dram havası katmaktaki büyük ustalığıdır. Romanın çok sağlam bir olaylar örgüsü vardır ve her olay belli bir görev yüklenmiştir. sürdürmekte, giderek, bu olaylar dizisine gergin bir dram havası katmaktaki büyük ustalığıdır. Romanın çok sağlam bir olaylar örgüsü vardır ve her olay belli bir görev yüklenmiştir.
Kuyucaklı Yusuf, bir kasaba romanı: 1903’te Nazilli’de başlar, hemen Edremit’e atlar ve orada Birinci Dünya Savaşı içinde, sona erer.
Sabahattin Ali, Edremit’i ele alarak, kasaba gerçekliğini bütün töresel, ekonomik ve toplumsal ayrıntılarıyla verir. Ama bunu bir romancı olarak yapar. Hiçbir zaman öğretmenlik etmeye kalkışmaz. Kuyucaklı Yusuf’ta nesnel gerçekliklerle roman kişileri haşrüneşr olmuşlardır. Roman kişileri, nesnel gerçekliklerin belirlediği biçimde davranırlar, düşünürler. Sabahattin Ali, dış gerçekliklere, romanının gerektirdiği ölçüde yer verir.
(…)
Yusuf’u oğlu gibi sever Sabahattin Ali, üzerine titrer, demiştim. Yusuf sanki ringdedir. Sabahattin Ali de yanı başında; elinde havlu, durmadan yardım etmektedir. Romanın başından sonuna kadar bu böyledir. Ama Sabahattin Ali, bu sevgiyi gösterirken, romancı titizliğini bir yana bırakmaz; Yusuf’u hep belirli şartların içinde alır, yaşatır; bu şartlara göre davrandırır, düşündürür, konuşturur; gerçeği zorlamaz.
(…)
Romanın sonu gerçekten unutulmayacak bir sondur. Yusuf’un anasının babasının ölümüyle başlayan roman karısının ölümüyle biter. Muazzez aldığı yarayla ölür. Yusuf, hayvanın terkisinde duran heybenin dibinden büyükçe bir bıçak çıkarır. Onunla toprağı kazar. Karısını çukura yerleştirdikten sonra yumuşak toprakları avuçlarıyla çabuk çabuk üzerine atar. Büyük bir dinginlikle, bir diriye hizmet eder gibi. Yalın ve trajik bir son… Sonra, “Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenir, yeni bir hayata doğru yürür.”
İlk defa 1937’de yayımlanan romanın sade ve sağlam bir dili var. Romanda takıldığım tek şey, Sabahattin Ali’nin birkaç yerde, gereği yokken söze karışması: Romanın başlarında küçük Anadolu şehirlerindeki evlenmelerden söz ederken (s. 6, 7), askere alınan delikanlıları anlatırken (s. 163)… Bir de, kimi zaman “söylediğimiz gibi” (s. 174), “bundan sonra anlatacağımız” (s. 222) gibi araya girmeleri var. Keşke bunlar da olmasaydı…
Kuyucaklı Yusuf, kişilerinin canlılığıyla, ayrıntıları kullanmadaki ustalığıyla, olay örgüsündeki mükemmellikle, mahalli renkleri vermedeki üstün başarısıyla, toplumsal gerçeklikle insani gerçekliği tam bir uyum içinde, dengeli olarak yansıtmasıyla eskimeyecek, tazeliğini sürdürecek bir roman.
Açıklama: