Açıklama:
1950'de CHP seçimleri kaybedip iktidardan düştü ve daha liberal politikalar savunan Demokrat Parti 1950'de iktidara geldi. DP, bürokrasi karşıtı bir tutumla siyasette demokratikleşmeyi savunarak devletçilik karşıtı bir siyaset izledi.[51] Demokrat Parti hükûmetinin ekonomideki başarısı sağlanan dış kaynaklarla tarımsal üretimin artması ve ihracatın artışına dayanıyordu.[52] Altyapı yatırımları ve tarımda makineleşmenin artması, dış ticaret için dünyada uygun konjonktürün olması ve artan ihracat, ekonominin hızla büyüyerek genişlemesini sağladı.[52] Siyasi anlamda ise DP iktidarı bu durumu liberal ve özel sektöre dayalı ekonominin başarısı olarak sunarak geçmişte devletçi politikaları uygulayan CHP'yi eleştirme aracı olarak kullandı.[52]
1953'te ülkede döviz sıkıntısı yaşanmaya başladı. Krizin asıl nedeni dış borçlarla karşılanan ödemeler dengesinin artık sürdürülemez hale gelmesiydi.[53] Döviz sıkıntısı için dış kredi kuruluşlarından kredi almak yerine "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu", "Petrol Kanunu" gibi liberal yasalar ile çözüm yolları arayan DP'nin bu çabası yeterli dış kaynağı sağlamadı.
Demokrat Parti iktidarının döviz sıkıntısı için bir diğer çözüm yolu ithal ikameci ekonomiye geçişi benimsemesiydi. Böylelikle 1953'ten 24 Ocak 1980 kararlarına kadar ülkede uygulanacak olan ithal ikameci ekonomi modeli başlamış oluyordu.[52] Devletçiliği eleştirerek iktidara gelen Demokrat Parti KİT olarak bilinen Kamu İktisadi Teşekkülü kurarak "Demokrat Parti tarzı devletçilik" modeline geçti.[52]
ABD tarafından Türkiye'ye yapılan ekonomik yardımlar 30 Haziran 1954 itibarıyla 495.848.000 dolar, 30 Haziran 1955 tarihi itibarıyla 601.025.000 dolara ulaştı.[54] Bunun haricinde askeri yardımlar ise 1958 itibarıyla 1.700.000.000 dolara ulaştı.[54] Öte yandan 1954'te Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın ABD'ye yönelik yurt dışı ziyaretinde 300 milyon dolarlık kredi talebi reddedildi.[54] Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarının aksine zamanla dış kredi bulmak güçleşti. 1958 yılındaki borç krizi, dış finans kuruluşlarına bazı teminatlar verilerek borç erteleme anlaşması yapılmasıyla sonuçlandı.[55] IMF ile anlaşılan istikrar programı Türk ekonomi tarihinde 4 Ağustos Kararları olarak bilinir.
1950-1960 yılları arasında Türkiye'nin dış borcu 227 milyon dolardan 1138 milyon dolara ulaştı ve toplam dış borç miktarında dört kattan fazla bir yükseliş ortaya çıktı.[56]
Bu dönemde daha önce faaliyet gösteren kuruluşlar Kamu İktisadi Teşebbüsü (KİT) kapsamına alındı ya da yeni KİT'ler kuruldu. PTT ve TCDD 1953'te KİT kapsamına alındı. Toprak İskan İşleri Genel Müdürlüğü (1950), Denizcilik Bankası (1951), Et ve Süt Kurumu olan Et ve Balık Kurumu (1952), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) (1954), Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) (1954), Devlet Malzeme Ofisi (DMO) (1954), Türkiye Demir-Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü (bkz. Kardemir) (1955), Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları (SEKA) (1955), Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) (1957), Erdemir (1960) kuruldu.[57]
4 Ağustos 1958 kararları Düzenle
Ana madde: 4 Ağustos 1958 Kararları
1951'den itibaren Türkiye'nin borçlanma süreci daha önce görülmemiş bir hızla artmaya başladı.[58] 1952, 53,57, 58 yıllarında olmak üzere IMF'den 68,5 milyon dolar kredi kullanıldı.[59] 1952-57 yılları arası Marshall planı kapsamında 81,2 milyon dolar,[60] ABD EXIM Bank'tan 1954-60 yılları arası 56 milyon dolar,[60] ABD kaynaklı ajanslardan 1958-60 yıllarında alınan 43,5 milyon dolar,[59] IBRD'den 1952-53-57-58 yıllarında alınan 68,5 milyon dolar[59] kredi kullanıldı.
1950 sonunda 775 milyon Türk lirası olan kamu dış borç yükü 1960 sonunda yaklaşık yüzde 800 oranında artarak 6 milyar 210 milyon Türk lirasına yükseldi.[61] Borçların ödenemez hale gelmesiyle borç erteleme yoluna gidildi ve cumhuriyet tarihinde ilk kez moratoryum ilan edildi.[62] 4 Ağustos 1958'de açıklanan "Mali Islahat Kararları" adı verilen istikrar tedbirleri alındı.
20 Şubat 1959'daki bir meclis oturumunda muhalefet partileri tarafından, enflasyonu düşürmek ve ekonomik istikrarı sağlamak için alınan tedbirlerin memlekete çok pahalıya ve vatandaşa ağır fedakarlıklara, yeni külfetlere mal olduğu ancak elde edilen neticelerin tatmin edici olmadığı yorumu yapıldı.[63]
Almanya'ya işçi göçü Düzenle
31 Ekim 1961'de Türkiye ile Batı Almanya arasında işgücü sözleşmesi imzalandı. Bu tarihten itibaren birçok Avrupa ülkesi ile ikili anlaşmalar imzalandı: Avusturya, Belçika ve Hollanda ile 1964, Fransa ile 1965 ve İsveç ile 1967’de ikili işgücü anlaşmaları imzalandı. Sanayileşen Avrupa ülkelerinin iş gücü ihtiyacını karşılamak için imzalanan anlaşmaların Türkiye için önemi ise ülkede sürekli yükselen işsizlikti. Göçlerin başladığı 1962'de Türkiye'de toplam işsiz sayısı 985.000'dir. Bu sayı 1967'de 1.440.000'e, 1971'de 1.562.000'e ve 1972'de 1.600.000'e çıkarak sürekli artış gösterdi. İşsizliğin önemli bir problem olduğu bu dönemde Millî Birlik Komitesi Almanya'da gelen teklifi cazip bularak kabul etti.
Stand-by düzenlemeleri Düzenle
Türkiye Uluslararası Para Fonu ile ilk stand-by düzenlemesini 1961'de imzaladı.[49] 1970'e kadar bu anlaşmalar her yıl yenilendi. 1970-78 yılları arasında bir anlaşma imzalanmadı. 1978-80 yıllarında birer yıllık anlaşmalar gerçelşeşti.[49]
Kalkınma planı Düzenle
Ana madde: Kalkınma planı
10 Ağustos 1970 kararları Düzenle
Ana madde: 10 Ağustos 1970 kararları
Süleyman Demirel Hûkumeti, IMF'nin isteklerine daha fazla direnemeyerek 10 Ağustos 1970 kararlarını ilan etti.[64] Adalat Partisi'nin uygulamaya koyduğu program, yüksek oranlı bir devalüasyon, (bkz. Türkiye'de devalüasyon) ücretlerin yükseltilmemesi, tarım fiyatlarının düşürülerek tarım ürünlerinin vergilendirilmesi, sanayi sektörünün desteklenmesi ile ihracatın artırılmasını hedefliyordu.[64]
Programın uygulanması toplumsal tepkiler ile karşılaştı.[65] Maaşların baskılanarak sendikal faaliyetlerin kısıtlanması işçi kesiminin tepkisini çekti. Tarımsal desteklerin sermaye gruplarına yöneltilmesi ise toprak sahipleri ile zanaat-esnaf kesiminin tepkisine neden oldu. Bu tepkiler en çok öğrenciler, meslek örgütleri, vb. grupların yoğun katılımı ile gerçekleşen yürüyüşler olarak kamuoyuna yansıyordu. Ayrıca bu tepkilerin bir sonucu olarak da Adalet Partisi içinden bir grup ayrılarak Millî Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu.[66]
Yeni tüketim alışkanlıkları Düzenle
Demokrat Parti dönemindeki liberal politikalar ile Amerikan şirketleri başta olmak üzere yabancı sermaye Türkiye'de yatırım yapmaya başladı.[67] Ayrıca bazı Türk yatırımcılar yabancı firmaların temsilciliğini alarak Türkiye'de ticaret ve üretime geçti. Dönemin iş insanlarından Vehbi Koç, sahibi olduğu Otosan'ın Ford ile ortaklığı neticesinde 1960'da ilk kamyon üretimini gerçekleştirdi.[67] 1966'da Anadol isimli otomobilin seri üretimine geçti. Yine Vehbi Koç tarafından 1955'te Arçelik kurularak Türkiye'de ilk defa 1959'da çamaşır makinesi, 1961'de buzdolabı üretimi gerçekleşti.[67]
İşçi hareketleri Düzenle
1961 Anayasası hak ve özgürlükler açısından güçlüdür.[68] Çalışma hakkı, ücrette adalet sağlanması, sendika kurma hakkı, toplu sözleşme ve grev hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, öğrenim hakkı, kooperatifçiliğin geliştirilmesi, tarımın ve çiftçinin korunması hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi temel ilkeler anayasada yer buldu.[69] Siyasi özgürlüklerin getirdiği imkânlar işçi hareketlerinin toplum kesimlerinde yayılmasını sağladı.[68] Türkiye İşçi Partisi'nin kurulmasıyla işçi hareketleri siyasi zemine de taşındı.[70] Artan öğrenci eylemleri işçi hareketlerinin en önemli dinamiklerinden biri hâline geldi. 1963'te "Sendikalar Kanunu" ve "Toplu İş Sözleşmesi ve Grev ve Lokavt Kanunu" yürürlüğe girdi.[68] Ancak grev sayısındaki artış, DİSK'in kuruluşu ile sendikal rekabetin yaşanması, TÜRK-İŞ'in tek faal örgüt hâline getirmek ve diğer amaçlar nedeniyle 1970'te Sendikalar Kanunu'nda değişikliğe gidilerek kanun hükümleri daraltıldı.[71] Bu kanunun görüşmeleri sırasında kanlı çatışmalara dönüşen eylemler yapıldı.[71] (bkz. 15-16 Haziran Olayları)
1961-1963 gibi iki yıllık kısa bir sürede yurt genelinde yoğun katılımlı işçi eylemleri yapıldı: Beş bine yakın Sümerbank işçisinin yalınayak yürüyüşü (25 Kasım 1961), yüz binden fazla kişinin katıldığı Saraçhane Mitingi (31 Aralık 1961), Açların Yürüyüşü (3 Mayıs 1962), Yapı-İş Sendikasının Zonguldak Ereğlisi'ndeki düzenlediği miting ve işten atmalara karşı protestolar (12-13 Ağustos 1962) ve Kavel grevi (Ocak 1963).[72]
Kentleşme ve göç Düzenle
1950'li yıllara kadar köy ve kent nüfusu oranında ciddi bir değişim olmadı.[73] 1950-55 arası dönemde Türkiye'de ilk defa yüksek şehirleşme oranları görülmeye başlandı.[73] Sanayileşme, eğitim, sağlık ve altyapı hizmetlerinin yaygınlaşıp gelişmesi ve yüksek nüfus artış hızı geleneksel yaşam tarzlarının değişmesine ve kentleşmenin artmasına yol açtı.[74] 1960'da binde 28.5 ile Cumhuriyet tarihinin en yüksek nüfus artış hızı gerçekleşti. Köylerden kentlere göçün de etkisiyle 1960'lı yıllarda ülke nüfusu nicelik ve nitelik olarak değişmeye başladı.
Yazar:
shortyaklr
Bir cevabı oylayın:
2