Cevap:
16: Beyazıt Camii, İstanbul’un merkezî bir yerinde, şehrin Bizans devrindeki en büyük meydanı olan Forum Theodosiacum veya Forum Tauri’nin bir köşesinde Sultan II. Bayezid tarafından inşa ettirilmiştir. Külliye bir cami, türbe, aşhane-imaret, sıbyan mektebi, tabhâneler, medrese, hamam ve kervansaraydan ibarettir. Bütün bu yapılar Fâtih Camii ve Külliyesi’nden farklı olarak onun gibi tamamen simetrik bir esasa göre değil, fakat şehrin ortasındaki bu araziye dağınık bir biçimde yerleştirilmiştir. Cami, cümle kapısı üstünde hattat Şeyh Hamdullah tarafından celî sülüs ile yazılan Arapça kitâbesine göre 906 Zilhiccesi sonunda (Temmuz 1501) yapımına başlanmış ve 911’de (1505) tamamlanmıştır.
Ayvansarâyî Hadîkatü’l-cevâmi‘ adlı eserinde (I, 200), aynı semtte bulunan Mimar Hayreddin Camii vesilesiyle, bu caminin bânisinin Sultan Bayezid mimarı olduğunu bildirdiğinden, uzun süre Beyazıt Camii ve Külliyesi’nin Mimar Hayreddin’in eseri olduğu kabul edilmiştir. Sonraları, Lâleli Camii karşısında cadde kenarında Merdivenli Mescid adıyla tanınan küçük bir hayratı olan Mimar Kemâleddin’in Beyazıt Camii’nin mimarı olabileceği hususunda değişik bir görüş ileri sürülmüştür. Mimar Kemâleddin’in mezarı olduğu sanılan yerdeki kemikleri, İhtifalci Mehmed Ziyâ Bey’in öncülüğü, Evkaf Nezâreti nâzır vekili müderris Said Bey’in yardımı ve Mimar Muzaffer Mecid Bey’in gayretiyle büyük bir törenle 1922 Şubatının ilk günlerinde Beyazıt Camii hazîresine taşınmıştır. Uzun yıllar çatısız durumda kalan bu mescid ise 1960’lı yıllarda yıktırılarak yerine bir iş hanı-apartman yaptırılmıştır. Nihayet bazılarına göre ise Beyazıt Camii’nin yapımında her iki mimarın da çalıştıklarına ihtimal verilmektedir. Ancak Mimar Kemâleddin’in kabrinin taşınması sırasında bu iddiada tereddütler olduğu, A. Süheyl Ünver tarafından bir gazete makalesinde dile getirilmiştir. Bu hususta Rıfkı Melûl Meriç tarafından ise çok değişik ve yeni bir görüş ortaya atılmıştır. 1958’de basılan makalesinde, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda Muallim Cevdet yazmaları arasında bulunan 0.71 sayılı belgeye dayanarak caminin yapım tarihini biraz farklı vermiş, buna göre inşaata 3 Rebîülâhir 906’da (27 Ekim 1500) başlandığı ve 14 Cemâziyelevvel 911’de (13 Ekim 1505) tamamlandığı ve Sultan II. Bayezid tarafından ilk namazın cemâziyelevvelin ilk yarısında kılındığı anlaşıldığı gibi, mimarının da Ya‘kūb Şâh b. Sultan Şâh adında bir usta olduğu öğrenilmektedir. Mimarın halifeleri de Ali b. Abdullah ile Yûsuf b. Papas adındaki sanatkârlardır. Aynı belgeye göre bina nâzırı Mirlivâ Mustafa Bey’dir. İnşaatta İstanbul yeniçeri cemaati çalışmış, pencerelerin madenî parmaklıkları Sertopçuyan Bâlî Bey ve topçular kethüdâsı Atmaca Bey idaresinde Topçular Ocağı tarafından dökülmüş, nakışlar Nakkaşlar cemaati sanatkârları eliyle yapılmış, avize zincirleri Derviş Mehmed adlı usta tarafından imal edilmiştir. Aynı belgede, cami tamamlandıktan sonra buraya Kur’ân-ı Kerîm’ler, halılar, seccadeler, kandiller, askılar, fenerler, mumlar, cüz mahfazaları, rahleler, avizeler, Kur’an keseleri ve daha pek çok eşyanın kimler tarafından verildiği de kayıtlıdır.
17: Edirne Sarayı ya da Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray) Edirne'deki Osmanlı saraylarından biridir. İstanbul’daki Topkapı Sarayı’ndan sonra Osmanlı’nın en büyük sarayı idi. Günümüze yalnızca çok küçük bir kısmı ulaşabilmiştir.
Şehir merkezinin dışında kuzeyde Tunca nehrinin batısında çok geniş bir avlak ve orman içinde bulunan saray, yaklaşık 3 milyon metrekarelik bir arazi üzerinde kurulu idi[1]. 5 ana meydan ve bu meydan içinde bulunan yapılardan oluşuyordu. İçinde bir Saray Bahçesi bulunurdu. Geçmişte sarayın bulunduğu Sarayiçi bölgesi, günümüzde Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alandır.
Yapımına II. Murat döneminde başlanmış, Fatih Sultan Mehmet zamanında Mimar Şehabettin’e tamamlattırılmıştı. En görkemli zamanı, padişah IV. Mehmed'in saltanatlığında yaşandı. Bu devirde içine yeni köşk, oda, kasr, çeşme ve havuzlar yapıldı.
Saray, 19. yüzyıla kadar Osmanlı padişahları tarafından kullanıldı. Saraya gidip kalmış Osmanlı padişahları arasında Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim,I. Ahmed, IV. Mehmed,II. Ahmed, II. Mustafa, III. Ahmet bulunur[1]. 22 Ağustos 1829'da Rusların kente girip, şehri terk ettikleri tarih olan 14 Eylül 1829’a kadar geçen süre içinde sarayda büyük bir yıkım yaşandı. 1878’deki 93 Harbi sırasında ise Rusların Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine valinin emri ile sarayın yakınında bulunan cephaneliğin Rusların eline geçmesin diye ateşlenmesi üzerine saray ortadan kalktı.
Açıklama: