Cevap:
Açıklama:
Kim oldugunu bilmemesi garip degil miydi? Dis görünüsünü kendinin belirleyememesi de akil alir sey degildi. Kendi oluvermisti iste. Arkadaslarini seçmek elindeydi ama kendi kendisini seçmemisti. Insan olmak bile onun fikri degildi! Insan neydi?
sf.13
Yasam ve ölüm madalyonun iki yüzüydü. Ölümün farkinda olmadan yasadigini anlamak olanaksiz, diye düsündü. Yasamanin ne muhtesem ve garip bir sey oldugunu düsünmeden ölümü düsünmek de olanaksiz.
sf.24
Bebek, köpek gördügünde akli basindan gitmeyecek bir hale gelene kadar, belki yüz kez daha tekrarlar bu çilginlik gösterisini. Ya da bir fil, veya bir su aygiri... Ancak çocuk konusmayi -ve de felsefi düsünceyi- bile tam ögrenememisken dünya bir aliskanlik haline gelir. Ne yazik, bana soracak olursan! Senden beklentim, dünyayi hazir, verildigi gibi kabul edenlerden biri olmamandir, sevgili Sofi.
sf.26
Büyüdükçe, dünyaya hayret etme yetenegimizi yitiriyoruz, anlasilan. Ancak bu arada çok önemli bir seyimizi yitirmis oluruz ki, filozoflarin bizde yeniden canlandirmaya çalistigi sey de budur. Çünkü her seye ragmen içimizde bir ses, yasamin büyük bir sir oldugunu söyler. Bu bizim, bir zamanlar, daha düsünmeyi ögrenmeden önce yasadigimiz bir duygudur.
sf.26
Çocuklar için dünya ve dünyadaki her sey yenidir, ilginçtir. Büyükler içinse durum hiç de böyle degildir; büyüklerin çogu için dünya siradan bir seydir. Filozoflarsa diger büyüklerden farklidir. Bir filozof dünyaya alismayi bir türlü beceremez. Dünya onun için hala akil almaz bir sey, evet, hala sirlarla dolu, gizemli bir seydir. Filozoflarla küçük çocuklarin en önemli ortak yanlari budur; bir filozof ömrü boyunca duyarli bir çocuk olarak kalir da diyebilirsin sen buna.
sf.59
"Batil inanç". Garip bir sözcük degil miydi bu da? Insan Hristiyanliga ya da Müslümanliga inaniyorsa bunun adina sadece "inanç" deniyordu da, astrolojiye ya da ayin 13'üne rastlayan cuma gününün ugursuzluguna inaniyorsa bu birdenbire "batil inanç" oluveriyordu!
sf.66
Örnegin "nezle" sözcügünün kökeninde insanin yildizlarin kötü "etkisi altinda kalmasi" yatar. (- influenza - R.N.)
sf.70
Dogal bir arlanma duygusundan söz edilebilir mi? En bilge kisi bilmedigini bilen kisidir. Gerçek bilgi içimizde mevcuttur. Dogru bilgi, dogru eylemi gerçeklestirir.
sf.80
"Philosophos"un kelime anlami "bilgelige ulasmaya çalisan kisi"dir.
sf.82
Sokrates, insanin inandiklarinin tersini yaparak mutlu olamayacagina inaniyordu. Ve nasil mutlu olacagini bilen insan, mutlu olmaya da çalisir. Dolayisiyla neyin dogru oldugunu bilen insan, dogru davranmak zorundadir. Çünkü hiç kimse mutsuz olmayi istemez, degil mi?
sf.96
..., Platon'un, Atina yakinlarinda kendi okulunu kurmus olmasidir. Okulun bulundugu korulugun adi bir Yunan destan kahramani olan Akademos'tan geliyordu. Platon'un felsefe okuluna da Akademia adi verildi.
sf.101
Kisaca özetlersek: duyularimizla algiladigimiz seyler hakkinda sadece kesin olmayan kavrayislara varabiliriz. Ancak aklimizla kavradigimiz seyler hakkinda kesin bir bilgiye ulasabiliriz. Bir üçgenin iç açilarinin toplami daima 180 derecedir. Ayni biçimde, duyular dünyasindaki tüm atlar tökezlese de at "ideasi" her zaman dört ayagi üzerinde duracaktir.
sf.102
Platon'un gerçekligi nasil ikiye ayirdigini gördük. Birinci bölüm, duyular dünyasidir. Bu dünya hakkindaki yaklasik ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, (yine bu kadar yaklasik ve mükemmel olmayan) bes duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasindaki her sey için "her seyin degistigi" ve hiçbir seyin sonsuza dek varolmadigi gerçegi geçerlidir. Duyular dünyasinda hiçbir sey var degildir; burada bir seyler ortaya çikar ve sonra ortadan kaybolur. Ikinci bölüm, idealar dünyasidir. Aklimizi kullanarak bu dünya hakkinda kesin bilgiye ulasabiliriz. Idealar dünyasi duyularla algilanamaz. Buna karsilik idealar (ya da biçimler) mutlak ve degismezdir.
sf.132
Insanin iyi bir hayat sürmesi için neler gerekir? Bu soruyu kisaca söyle yanitlayabilirim: Insan ancak tüm yetenek ve olanaklarini kullandigi ölçüde mutlu olur. Aristoteles üç tür mutluluk oldugunu söyler: Ilk tür mutluluk, arzu ve isteklerin oldugu bir hayattir. Ikincisi, özgür ve sorumlu bir vatandas olarak varolunan hayattir. Üçüncü tür mutluluk ise arastirmaci ve filozof olunan hayattir.
Aristoteles, insanin mutlulugu için bu üç kosulun da bir arada varolmasi gerektigini israrla belirtir. Tek yönlülügü reddeder. ... Insanlarla iliskilerimizde de "altin orta"yi tutmaktan sözeder Aristoteles: ne korkak ne çilginca atilgan, sadece cesur olacagiz. (Cesaretin azi korkaklik, çogu çilginliktir.) Ne cimri ne savurgan, sadece bonkör olacagiz. (Asiri bonkörlük savurganlik, az bonkörlük cimriliktir.)
sf.150
Stoacilara göre tek insanla evren arsinda bir fark olmadigi gibi, "ruh" ile "madde" arasinda da bir fark yoktu. Yalnizca tek bir doga vardi. Bu anlayisa "Bircilik" (Monizm) diyoruz. (Bircilik, örnegin Platon'da Karsimiza çikan "Ikicilik"in (Dualizm) ya da gerçekligi ikiye ayiran görüsün karsitidir.
sf.155
Buradaki ana düsünce, gündelik "ben"in gerçek ben olmadigidir. Çok kisa süren anlarda daha büyük bir ben ile ayni oldugumuzu duyariz. Bazi Gizemciler buna Tanri derken, bazilari bunu "evrensel ruh", "Doga" ya da "evren" diye adlandirir. Tipki bir su damlasinin denizle bulustugu an kendini kaybetmesi gibi, Gizemci de bu birlesmenin gerçeklestigi an "kendini kaybeder", Tanri'da yokolur ya da Tanri'da kaybolur. Hintli bir gizemci bunu söyle dile getiriyor: "Ben varken Tanri yoktu. Simdi Tanri var, ben artik yokum." Hristiyan gizemci Angelus Silensius (1624-1677) da bu ani söyle anlatiyor: "Ulasinca denize, damla, deniz; yükselince Tanri'ya, ruh, Tanri olur."
sf.175
Krallar basa geçmeden önce halk onlari yaglardi. Bu yüzden de onlara "yaglanmis" anlaminda Mesih denirdi. Dinsel açidan krallar Tanri ile insanlar arasinda bir araci olarak görülürdü. Bu yüzden krallara "Tanri'nin Oglu", ülkeye de "Tanri'nin Kralligi" denirdi.
sf.214
Felsefenin konusu kim oldugumuz ve nereden geldigimiz. Sence okulda bu konuda yeterli yeterli bilgi edinebiliyor muyuz?
- Ama kimse bu sorulara bir yanit veremez ki zaten!
- Evet ama, bize daha bu sorulari sormayi bile ögretmiyorlar!
sf.228
Pek çoguna göre Tanri da yaradilisin içinde yer aliyordu. Tanri sonsuz olduguna göre her yerde de varolmaliydi. Bu görüse Tümtanricilik (Panteizm) diyoruz. (Rönesans. R.N.)
sf.257
"Barok" sözcügü aslinda "düzgün olmayan inci" anl----- gelir.
sf.261
Ancak yasam ve rüya benzetmesine tarihte çok dah önce, örnegin Hindistan ve Çin'de rastlariz. Çinli bilge Chuangtze söyle der: Bir kere rüyamda kelebek oldugumu gördüm. Simdi artik rüyasinda kelebek oldugunu gören Chuangtze miyim, yoksa rüyasinda Chuangtze oldugunu görmekte olan bir kelebek miyim bilmiyorum.
sf.267
17. yüzyildan önce ruh, tüm canlilarda varolan bir tür "yasam solugu" olarak görülüyordu. "Ruh" sözcügünün asil anlami "soluk" ya da "nefes"tir. Bu hemen hemen tüm Avrupa dillerinde böyledir.
sf.277
... Hristiyan misin Sofi?"
"Bilmiyorum."
"Bilmemek çogu zaman yeni bir kavrayisin esiginde olmak demektir."
sf.288
Ama bizler de tipki Ren Vadisi'ndeki Tas Devri genci, Afrika'daki aslan ya da bahçedeki elma agaci kadar içimizde bulunan olanaklar ve disimizdaki kosullarda belirleniriz.
sf.296
Oysa 18. yüzyil bir elestiri çagiydi. Bu dönemin pek çok filozofu duyumsal deneyimler olmaksizin akilda hiçbir seyin olusmayacagini öne sürdüler. Bu görüse Empirisizm diyoruz.
sf.309
Ben, "birbirini sonsuz bir hizla izleyen, her an degisim ve hareket halinde olan bir algilar demetinden baska bir sey degildir", der Hume.
sf.311
Bu yanit onun sonsuz önyargisizligina tipik bir örnektir. Hume, yalnizca varligini kesin bir sekilde duyumsadigi seylerin gerçek olduguna inanirdi. Bunun disindaki seyler konusunda ise her seye açikti.
sf.312
Simdi yanit ver: tasin her zaman yere düseceginden nasil emin olabiliyorsun?
- Bunu öyle çok gördüm ki, artik emin olabiliyorum.
- Hume bu konuda, tasin yere düsüsünü pek çok kere duyumsamis oldugunu, ancak hep düsecegini duyumsamamis oldugunu söylerdi. Tasin "yerçekimi yasasi"ndan ötürü yere düstügü söylenir. Oysa biz böyle bir yasayi hiçbir zaman duyumsamamisizdir. Biz yalnizca seylerin yere düstügünü duyumsariz.
iyi dersler :)