Açıklama:
AKLIMA BU HİKAYE GELDİİ
KIZLAR HİKAYE YAZAN ADAMLARI SEVER
Bana bir hikaye anlat, ama güzel anlat, şehvetle anlat, inanarak anlat, doğru olup olmaması önemli değil, ya da senin başından geçip geçmemesi, istersen uydur, yeter ki o anlattığın hikaye beni eğlendirsin, güldürsün, düşündürsün...
Bana nasıl para kazandığını anlatma mesela, sıkılırım.
Siyasi görüşlerini, memleket meselelerini, ideallerini ya da uğruna savaştığın değerleri...
Çok fazla gerçek be.
Üstelik gecenin bir yarısı şarap içerken...
Hiç çekilmez.
Anlatma!
Ama bana olmayan paranla bir kadını nasıl etkilemeye çalıştığını anlat, yani illa da para sokuşturmak istiyorsan hikayene, güvensizliklerini, korkularını, düştüğün aşk çukurlarını, bir kadın için nasıl rezil rüsva olduğunu, bütün erkeksi zaaflarını anlat.
Kendini, kendi kelimelerinle ne kadar küçültürsen, gözümde o kadar büyürsün.
Yalan bile olsa ben korkak bir erkeğim de. Yalan bile olsa hayatın anlamı aşk de.
Bana duymak istediklerimi söyle.
Bana güzel hikayeler anlat.
Vazgeçemem o zaman senden.
Ama unutma, mutlaka aşk olmalı anlatacağın hikayenin içinde, kadın olmalı, biraz sersemlik olmalı, artık inanmadığımız, ama tuhaf bir şekilde özlemini duyduğumuz her şey olmalı...
*
Kızlar hikaye anlatan adamları sever.
Ve arkadaşlar ben buldum adamımı.
Demek istiyorum ki hikaye anlatıcımı.
O, bir arkadaşımın 80 yaşındaki babası...
‘‘Bugün babamın doğum günü’’ demişti arkadaşım, damdan düşer gibi:
‘‘Tanışmak ister misin, bir şarap alıp gidelim mi, evde yalnızdır şimdi?’’
Doğum günleri hüzün demektir.
Benim için yani.
Ve doğum günü çocuklarının yalnız olmaya hakkı yoktur.
Hediye, onları o hüzünden çekip çıkarmaktır.
Hediye, dinlemektir.
‘‘Baban hikaye anlatmayı sever mi?’’ dedim.
‘‘Bayılır’’ dedi.
Elimde frambuazlı pasta, arkadaşımın peşine takıldım.
Ve biliyor musunuz, iyi ki onun 80 yaşındaki şahane babasıyla tanıştım.
Öyle bir hikaye anlattı ki...
Ben acayip sarsıldım.
İşte aşağıda arkadaşım ile babası arasında geçen bu konuşmayı, (daha doğrusu arkadaşımın babasının anlattığı hikayeyi) okuyacaksınız.
Gerçek olup olmamasının zerre kadar önemi yok.
Zaten gerçek ne ki?
Yaşadıklarımızı bizim nasıl algıladığımız değil mi?