Cevap:
Sait Faik'in Gügüm Hikayesini Okuyun
GÜĞÜM Birdenbire evimi özledim. Anam buruşmuş oturuyordu. Ayva ağacında kuş vardı. Sonra penceremin altına, keskin hançer yapraklı, kabuğu ayrılmış bu okaliptüsü kim dikmişti? Zeytin yeşili yapraklarını sonbaharda kadınlar gelir, anamdan rica eder, toplarlardı. Öksürüklere, soğuk algınlıklarına birebir gelirmiş. Sonra bahçemizde sekiz ördekle iki küçük köpek vardı. Unnap ağacı dikenliydi. Komşuda nar vardı. Unnabın yemişi, yemişlerin en iğdeye benzeyeniydi. İğde bizim bahçede yoktu. Deniz kenarında, bahçıvan Mevlüt Ağa’nın çöplüğünde bitmişti. Keskin keskin, kadınların hoşlanmadıkları, çirkin erkeklerin arzuladıkları kadınlar gibi kokardı iğde. Haksızlıklar, bizim evde de gırlaydı. Üçkardeş çocuğundan biri hizmetkâr, öteki serseri, beriki zengin eczacıydı. Vapura binseydim sessiz bir iskeleye varacaktım. Güneş hiç eksilmeyen bir yolda Viyanalı felsefe profesörüne rastlayacaktım. Yalnız sakal, yalnız düşünce yüzen karışık yüzünden, yalnız damar, sinir kalmış beyaz vücudundan ekşi bir ter kokusu gelirdi. Uzakta köpekler havlardı. Denizde çöple martı, ufukta bulutla güneş, tencerede fasulye ile soğan, bahçede unnapla çocuk vardı. Evime dönmedim. Zaten dönemezdim. Vapur da yoktu. Ortalık oturduğum kanepede sahiden ağardı. Her şey, gizlice konmuş ampuller nasıl yanarsa büyük pastanelerde, öylece ısınmaya başladı. İnce ince, toz hâlinde, iliklerimi üşüten, içimi kabartan bir yağmur başladı. Ceketimin koluna elimi sürünce elim yıkanmış gibi ıslaktı. Geçen halat arabacısına işaret ettim. — Atla arkaya, dedi. Uzun zaman gittik. O kadar uyuşuktum ki araba durunca uyuyakalmışım. Arabacı kulağımın dibine: — Buraya kadar, diye bağırdı. Hadi bakalım… — Eyvallah, dedim. Şimdi de biz çekelim arabayı. Çekik gözlü arabacı güldü. Bir meydandaydım. Yağmur durmuştu. Meydan sis içindeydi. Her şey yine yapış yapıştı. Burnuma ayva, muşmula kokusu geliyordu. Sarı bir aydınlık içindeydim. Bir salepçinin kalaylı güğümü tütüyordu. Üstüne bol zencefil ektirdiğim salep fincanınıiki elimle kavramıştım. Burnum yanıyor, akıyor; elimin tersiyle siliyor, salepçinin öteki salepçiye anlattıklarına gülüyordum “Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; şehir, vilâyet, isimlerinden mavi sahile kayar Robinson Cruseu’yu okumuşumdur herhalde; unuttum, gitti. Onun zoruyla mavi boyaların üstünde bir garip ada ismini okuyunca hülyaya daldığımı sanmıyorum. Romanlar yüzünden adaları sevdiğimi pek ummuyorum, ama belki de o yüzdendir. Haritada ada görmeyeyim. İçimde dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. İşte çocukluğumun ve gençliğimin haritalarındaki adalar, beni, sonunda bir gün özlediğim gibi bir adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama nihayet asıl yuvama dönmüştüm. Sanki on dört yaşında sarışın bir oğlanken basıp gitmiştim. Bir motor beni büyük şehirlere götürmüştü. Yaşamıştım Cebim para görmüştü. Kumar görmüştüm. Hırsızlık, mahpushane görmüştüm. Aç yatmıştım. Para çalmıştım. Sevmiş, sevilmiştim. İşte bitkin, yorgun, işte hepsini, hepsini yitirmiş; gittiğim motorla yine geri dönmüştüm. Şimdi namuslu insanlar arasında başım önüme eğilmiş, gülmeden, eğlenmeden, müsamaha dolu kötülüğü göz kırpışından anlayınca cesaretten canavar kesilecek bir insan haliyle sessiz, sakin, ağzına vur lokmasını al bir hâlde balığa çıkacak, iyiliklere hasret duya duya ömrümün sonunu da kesik bir nefesle bahtiyar bitirecektim. Sonbahar uzun ve güzel geçti. Çardaklardaki yapraklar kırmızının en son hâline doğru ağır ağır kızara kızara, kırmızının renk oyunları içinde, düşmeden evvel ne kadar sallanıp durdular. Bir sabahtı. Kayık, hülyalarımdaki gibi balıktan dönmüştü. Nevaleler vapura verilmişti. Şimdi ağları denize çarpa çarpa yıkıyorlardı.
Açıklama:
Umarım aradığın budur,işine yarar
KOLAY GELSİN İYİ DERSLER
EN İYİ SEÇER MİSİN