Adım adım açıklama:
anlamadığın yer olursa sorarsın
Yazar:
aracelybenjamin
Bir cevabı oylayın:
12Yazar:
jacqueline
Cevap:
mirhiba
Adım adım açıklama:
Örneğin
56 olan sayının 2/7 si kaçtır?
56:7=8
8x2=16
yani verilen sayıyı paydaya bölüp çıkan sonucu pay la çarparız
Yazar:
denverccjf
Bir cevabı oylayın:
10Yazar:
rowe
Cevap:
Felsefeyi başlatan önemli sorun, bütün varlığı bir kökenden hareketle açıklamaktır. Aynı zamanda kökende yer alan bu unsur, evrenin yapısını, düzenini ve insana ilişkin özellikleri de açıklamakla yükümlüdür. bağlayarak açıklamaktır. Her şeyin bağlandığı bu kökene Yunanlı düşünürler arke (arkhe – ilk ilke) adını vermişlerdir.
3.1. Felsefenin Oluşumu
Yunan evren tasavvuru, daha önce ele aldığım evren tasavvurlarıyla özce aynıdır. Ancak farklılık Yunan kültüründe yaratılan yeni bir anlayışta görülmektedir. Bu anlayış, Evren tasavvurunda ortaya çıkan sorunların çözümünde yeni bir zihinsel faaliyet olan felsefenin kullanılmasıdır.
8.ile 7.yüzyılda yaşanan gelişmeler ile 6.yüzyılda felsefenin (Milet Okulu ) ortaya çıkması arasında ilişki önemlidir. Söz konusu ilişkinin Yunan Tarihi çerçevesinde ele aldığımız iktisadi, siyasi ve sosyal yapılarla ilgili olduğu kolaylıkla söylenebilir. Trajedilerde görüldüğü gibi, sosyal yapıdaki değişmeleri evren tasavvuru içine yerleştirmek için efsaneler yetmemiştir. Ayrıca, evren tasavvurunda içerilen değerlerin toplumdaki sürekliliğini sağlamak ve toplumu düzen içinde tutmak konusunda, devlet belirleyici bir öneme sahiptir. Devlet, evren tasavvurundaki değerlere göre kendini tanımladığından, değerleri korur ve sürekliliğini savunur. Devletin yıkılmasıyla birlikte, evren tasavvurunda içerilen değerlerin bir kısmı, çoğu kez etkisini kaybeder, bir kısmı da değişikliklere uğrayarak, varlığını sürdürür. Eskiçağ Yunan devlet anlayışı Polis temeline oturmuş olduğundan, devletler genişleyememiş ve kültürel coğrafyada merkezi bir devlet gücü oluşmamıştır. Siyasi, iktisadi, sosyal ve inanç gibi alanlarda ortaya çıkan değişmeler ve söz konusu alanların değerlerine karşı ortaya çıkan şüpheler, toplumda köklü bir düzen bunalımı yaratmıştır. Düzen bunalımından kurtulmak için, Yunanlı düşünürler felsefeyi oluşturmuşlardır.
Guthrie’in Yunan felsefesinin iki temel sorun üzerine oturduğunu bu sorunları tartışırken, üçüncü sorunun da ortaya çıktığını belirtmiştir. Gutrie’ye göre üç sorun şunlardır: 1- Kurgusal ya da bilimsel yan: İnsanın içinde yaşadığı evreni, makro-kozmosu açıklama girişimidir. 2- Ahlak ve Siyaseti içeren Pratik İnsanın kendisine, mikro-kozmosa, onun doğasına, dünyadaki yerine, başka insanlarla olan ilişkilerine ilişkin çalışmalardır (Guthrie 1988, 25). 3- Mantık ve bilgi kuramını içeren eleştirel felsefe (Guthrie 1988, 26). İlk iki sorun, bütün evren tasavvurlarında olduğu gibi, Yunan evren tasavvurunda da vardı. Evrenin nasıl oluştuğu ve ne türden özelliklere sahip olduğu evren tasavvurlarının temel sorunları arasındadır. İnsan bu dünyada uyması gereken ahlaki ve siyasi kurallar da bütün kültür ya da toplumlarda vardı. Yunan evren tasavvurunun felsefeye dönüşmesinin asıl nedeni, Guthrie’nin belirttiği üçüncü maddede saklıdır.
3.2. Milet Okulunda Arkhe Sorunu
Aristoteles, felsefeyi ilk ilkelerin bilimi olarak tanımlar ve felsefenin kurucusu olarak da Thales’i gösterir (Metafizik 1985, 983b20). İlkelerin bilimi olan felsefe, gözle görülür kaosun gerisinde, duyuyla değilse bile, zihinle ayırt edilebilir olan, gizli bir süreklilik ve birliğin varolduğu inancına dayanır (Guthrie 1988, 35) Milet okulu düşünürleri de bu kaygıyla yola çıkmış, düşüncelerini iki temel sorun üzerinde yoğunlaştırmışlardır: 1- Onlar, dünyada olan ve gözle görülen değişmelerin oluşturduğu kaosun her yerinde, sürekli ve kalıcı olan bir şey aramışlar ve "Evren neden meydana gelmiştir?" sorusuna yeni cevaplar getirmeye çalışmışlardır (Guthrie 1988, 35). Bu soruna cevap aranırken sergilenen tutum, zihnin bütün değişmelerin arkasında sürekli varlığını koruyan bir ilkeyi keşfetme çabasında olduğu görüşü kabul edilir. Zihnin bu yapısı, değişmelerin arkasında özdeşlik özelliğine sahip, kalıcı ve sürekli bir maddenin ya da özün varlığı, süreçleri açıklamada kullanılabileceği soncuna götürmektedir. (Guthrie 1988, 35-36). 2- Kalıcı ilkenin evreni oluşturan maddi bir ilkede aramak Milet düşünürlerinin ortak özelliği olmuştur. Bununla birlikte maddedeki değişmeler, maddeyi meydana getiren özde de olabileceği kaygısıyla, sürekliliği sağlayan şeyin evrenin formunda sıklı olduğu, maddedeki her değişme bu formla uyum içinde olduğu düşünülerek evrenin yapısını anlamak başlıca kaygılarından biri olmuştur ( Guthrie 1988, 36).
Milet okulunun (6.yüzyıl) ortaya koyduğu kaygılar evren tasavvurunda ortaya çıkan sorunlara çözüm aradığının açık göstergeleridirler. Thales’in ilk maddenin su olduğunu söylemesi, yeni bir şey değildir. Hem Mezopotamya evren tasavvurlarında hem de Yunan evren tasavvurunda su önemli bir yere sahiptir. Aristoteles, Hesiodos’un suyu (Okeanos) dünyayı meydana getiren varlık olarak gördüğünü ve Thales’in düşüncesinin buradan kaynaklandığını belirtmiştir (Metafizik 1985, 983 b30). Thales’in getirdiği yenilik, tanrıları işin için katmadan evreni açıklamayı denemesidir. Suyun neye dayandığı ya da neyin üzerinde durduğu sorunu ikna edici değildi. Anaksimandros, apeiron anlayışıyla bu sorunu çözmeye çalışmıştır. Anaksimandros’a göre, yeryüzü, tıpkı bir davul gibi, bir silindir biçimindeydi ve küresel evrenin merkezinde, desteksiz olarak duruyordu. Yeryüzü neye dayanmaktadır? Eğer Thales'in söylemiş olduğu gibi, suya dayanıyorsa su neye dayanmaktadır? Anaksimandros hiçbir şeye dayanmadığını söyler. Düşmeme nedeni ise, çok yalın olarak, o bir küresel evrenin merkezinde ve dolaysıyla tüm noktalardan eşit uzaklıkta bulunduğu için, onun bir başka doğrultu yerine, şu ya da bu doğrultuda düşmesi için, bir neden bulunmamasıdır (Guthrie 1988, 40-41). Evreni tanrı olarak kabul etmesi nedeniyle, insan ruhu, evrenin bir parçası olarak görülmüştür. Buradan Miletli Filozofların, evreni canlı bir varlık olarak düşündüklerini öğreniyoruz (Guthrie 1988, 43). Evrenin canlı olarak tasavvur edilmesi, ilk evren açıklama modellerinden gelmiş ve felsefe içinde de devam etmiştir (Guthrie 1988, 43). Miletli filozoflar, kendi devinimlerini yine kendisiyle açıklayacakları bir madde aramışlardır. Su ve hava bu kaygılara karşılık gelen unsurlar olarak gözükmüştür. Kabul ettikleri bu unsurlar, kendi kendilerine devinmektedirler. İlk maddedeki devinimi, onların canlı unsurlar olduğunu kabul ederek temellendirmişlerdir. Bu nedenle, her üçünün de, başka bakımlardan dinin dilinden kaçınmakla ve zamanlarının insanbiçimciliğini tam olarak atmakla birlikte, yine de ilk maddelerine Tanrı ya da "tanrısal olan" adını verdiklerini görüyoruz ( Guthrie 1988, 44-45).
3.3. Phytagorasçılar
Felsefenin oluşumunda etkili olan İtalya Okulu’nun kaygısı, Miletliler’den farklı olmuştur. Bu okulu temsil eden Phytagorasçıların kaygısı, dinsel olması ve tarikat şeklinde teşkilatlanmaları, öğretilerinin önemli ölçüde gizli kalmasına neden olmuştur (Guthrie 1988, 47). Dinsel açıdan Phytagorasçılar, insan ruhunun ölümsüz olduğu, diğer yaratıklara da geçen ruh göçünü yaşadığı, bu yolla ruhun evrimleştiğini ileri sürmüşlerdir (Guthrie 1988, 48). Ruh göçü olanaklı görüldüğünde, tüm canlıların birbirleriyle akraba olduğu, dolaysıyla doğanın kardeşliği ilkesi ortaya çıktığından, evrenin canlı olduğu konusunda Milet okulu düşünürleriyle aynı görüşü paylaşmışlardır. Paylaşmanın temelinde, Phytagoras’ın, ruh anlayışıyla Miletlilerin evren düşüncesini birleştirmesi bulunur (Kranz 1976, 31). Aralarındaki fark, Phytagorasçılar evrenin canlılığına inançları aracılığıyla varırken, Miletliler, rasyonel bir yolla ulaşmışlardır. Phytagorasçılar evrenin, bütüne yayılan ve bütüne hayat veren, nicelikçe sınırsız bir hava ya da nefes tarafından kuşatıldığına inanmışlardır. Bireysel canlı varlıklara da yaşam veren aynı şeydi. İnsanın nefesi ya da yaşamı ile sonsuz ve tanrısal Evren'in nefesi ya da yaşamı özsel olarak bir ve aynıdır. Evren bir, ebedi ve tanrısaldır. Buna karşı insanlar çok, bölünmüş ve ölümlüdürler. Ancak insanın özsel parçası olan ruhu ölümlü değildir; ölümsüzlüğünü kendisinin, tanrısal ruhun, ondan koparılarak, ölümlü bir bedene hapsedilmiş bir parçası, ya da tanrısal ruhtan bir kıvılcım olması olgusuna borçludur (Guthrie 1988, 49). İnsan, bedenle kazandığı lekeyi silip atacak ve saf bir ruh haline gelerek evrensel ruhla yeniden bütünleşmek amacındadır. Ancak bu amaca ulaşmak için bir sürü ruh göçü yaşamak zorundadır (Guthrie 1988, 49).
Ruh göçüne inanış başta olmak üzere Yunan dünyasında bilinirdi. Bununla birlikte, Orpheusçular bunu gerçekleştirmek için gösterdikleri çabada, arınma törenleri ve ölülerden uzak durma geleneksel inançlardan fazla bir şey yapmamışlardır. Phytagorasçılar öncekileri benimsemekle birlikte yeni yollar da geliştirmişlerdir. Phytagorasçıların İlk ilkesi, doğanın kardeşliği ya da akrabalığı, büyü yoluyla gelen eski bir inanıştır. İkinci ilke, Yunanlıya özgü bir şey olan akılsal temele dayanan, limit düşüncesinin yüceltilmesiyle biçim (form) ya da yapının felsefi araştırma konusu yapılmasıdır (Guthrie 1988, 49). Üçüncü ilke ahlak alanında görülen ikiciliktir(düalizm). İyi ve kötü şeyleri başlıklar altında topladılar: İyi olanlar: ışık, birlik, erkek ve sınır. Kötü olanlar: karanlık, çokluk, dişi ve sınırsız olandır (Guthrie 1988, 50).
Phytagorasçıların dini Panteisttir. Panteist olduğundan, iyi, tek ve bütündür. İyi ve bütünlüğünden dolayı, sınırlanmıştır ve parçalarının birbirleriyle ilişkisi düzen içindedir. Tam ve doyurucu bir hayat düzen içinde olandır. Evren kendisinde düzen, tamlık ve güzellik fikirlerini birleştiren, başka dillere zor çevrilen kozmos (ilk kullanan Phytagorastır) sözcüğüyle adlandırılır (Guthrie 1988, 50-51). Evrenin ne olduğunu bilirsek onla özdeşleşmek daha kolay olur. Nasıl evren bir kozmos ya da düzenli bir bütünlükse, insanların her biri de düzenli bütünlüklerdir (kozmos). İnsanlar, makro-kozmosun yapısal ilkelerini, kendilerinde yenileyen organizmalardır. Evrenin yapısal ilkesi üzerinde çalışmakla, kendimizdeki biçim ve düzen ögelerini geliştirir ve teşvik ederiz (Guthrie 1988, 51).
Pythagoras’ın asıl başarısı, her şeyi kapsayıcı yapıda “bütüncül bir bilim”in temellerini atmasıdır. Bu yapı içinde, bilimsel bilgi bir dizi ahlaki, metafizik ve dinsel ilkeyle bütünleştirilmiştir. Bilginin hem gnoseolojik, varoluşsal ve kurtarıcı bir işlevi vardır (Eliade 2003/3, 227).
3.4. Herakleitos - Parmanides - Anaksagoras
Herakleitos (540-480) zor anlaşılan bir filozof olarak düşüncelerini anlatmada kahinlerin yöntemini kullanmıştır (Guthrie 1988, 57). Phytagoras ve diğerlerine yönelttiği eleştirilerinden anlaşılacağı gibi, hakikati dışarıda olgular dünyasında değil, insan kendi içinde araması gerektiği düşüncesindedir. Duyulara değil, logos’a bakılması gerektiğini ileri sürmüştür (Guthrie 1988, 58).
Oluş filozofu olarak kabul edilen Herakleitos’a göre, "Savaş her şeyin babasıdır". "Çekişme adalettir". Süreklilik ve durağanlığın bulunmadığı ve kimsenin de bunu istememesi gerektiği, çünkü, yaşayan her şey, bir başka şeyin ölümü ya da yıkımı sayesinde hayatını sürdürmektedir. "Ateş havanın ölümünü, hava ise ateşin ölümün yaşar; öte yandan, su toprağın ölümünü, toprak da suyun ölümünü yaşar". Karşıtlar zorla bir araya getirilmediği sürece uyumlu olmaları söz konusu olamaz. Görünüşteki uyum ya da dengenin temelinde, yaşamın kaynağı olduğu için, kendi başına iyi bir şey olan, mücadele ya da savaş vardır. Savaşın bir yanını iyi, diğer yanını kötü görmek saçmadır (Guthrie 1988, 58-59). Herakleitos’tan kalan bu düşünceler, evrendeki oluşun nasıl gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Oluşun diyalektik bir temele dayandığını kabul eden Herakleitos, aynı zamanda diyalektik yöntemi de felsefeye kazandırmıştır.
Herakleitos’a göre, "Evren, belirli ölçüler içinde yanan, belirli ölçüler içinde sönen, ancak hep varolan bir ateştir." Evrenin bir ilk maddeden geliştiğini kabul etmemiş, Evren şimdi ne ise, "geçmişte de oydu, gelecekte de o olacaktır". Ateş evrenin simgesi işlevini yerine getirmiştir. Evrenin iki temel ilkesi: 1- Her şey çekişme ve savaştan doğmuştur; 2- Her şey sabit bir akış içindedir; evrenin ilkeleri en iyi ateşle ifade edilmektedir (Guthrie 1988, 59).
Söz, düşünce, anlam, akıl anlamlarında kullanılan Logos, Herakleitos’un temel düşüncelerinden biridir (Kranz 1976, 45). "Beni değil, logos'u dinleyin" ifadesi, Logos'a bağımsız bir varoluş kazandırmaktadır. Logos, her zaman doğru olmuş ve doğru olacaktır. Her şey ona uygun olarak, geçip gider. Logos her şeyde ortaktır, ve "ortak olanın peşinde gidilmelidir". Logos kendisiyle "her şeyin her şey aracılığıyla yönlendirildiği düşünce" ile özdeştir. "Nefes alıp vermekle, tanrısal logosu içimize çektiğimizi" bir başka deyişle, evreni yöneten tanrısal aklın onda da 1- Phytagorasçılarda olduğu gibi, bizdeki akılla özdeş, 2- ancak yine de maddesel bir şey olduğunu, söylemektedir. O gerçekte kozmik ateşle aynı şeydir; çünkü, "Herakleitos bu ateşin akılsal ve bütünün düzenlenmesinden sorumlu olduğunu söylemektedir". Akılsal ateş fikri, her şeyi madde fikrinin ötesine geçmeden açıklamaya kalkışmanın, o gün için ne denli zor olduğunu gözler önüne sermektedir (Guthrie 1988, 59-60).
Parmenides, (Doğum 6.yüzyılın sonu) Herakleitos'un tam tersini düşünerek hareketin olmadığını belirtmiştir. Parmenides’e göre, gerçeklik, tek, hareketsiz ve değişmez bir varlıktan oluşuyordu (Guthrie 1988, 61). Vahiy benzeri bir bilgilenmeyle, doğruya yalnızca akılla varılacağı, ancak aklın, meydana gelmeyi, değişmeyi, hareketi, kavramayacağını belirtmiştir (Kranz 1976, 57). Eğer doğruyu kavramak isteniyorsa, algılara değil, mantıksal yapıya bakmak gerekir. Parmanides’e göre, sadece varolma vardır; varolma ile düşünme aynı şeydir (Kranz 1976, 57-58).
Ayrıca sözcük ile nesnesinin tek bir birlik oluşturduğu inancı hale saklıydı. Olmak (einai) varolmak anlamına da geliyordu. Belli bir niteliğe sahip olmak anlamında da kullanılmakla birlikte, bilinçli bir şekilde kullanılmadığı da bilinmektedir. Sözcüklerin mantığı üzerine düşünen ilk kişi olan Parmenides'e göre, bir şeyin olduğunu söylemek yalnızca onun varolduğunu söylemek anlamına gelebilirdi ve gelmesi gerekirdi. Bu düşünce ona gerçekliğin doğası hakkında tanrısal bir esin gibi göründü. Gerçekliğin doğasına ilişkin kavrayışının tümü "olmak" fiiline söz konusu bu tek, metafiziksel gücü yüklemekten çıkar. İyonyalı filozoflar evrenin bir şey olduğunu, ancak birçok şey haline geldiğini (oluştuğunu) söylemişlerdi. "Haline gelmek" sözcüğünün gerçek bir anlamı olabilir miydi? sorusunu ileri sürmüştür Parmenides. Bir şeyin değiştiği, havanın suya ve ateşe dönüştüğü nasıl söylenebilir? Değişmek, "varolmayan haline gelmek" anlamına gelir, ancak varolana ilişkin olarak, onun varolmadığını söylemek , yalın bir biçimde çelişiktir. Varolanın bir şey olmaması olanaklı değildir; çünkü "olmamak (varolmamak)" varlıktan çıkmak., yok olup gitmek anlamına gelir (Guthrie 1988, 62-63).
Parmenides, felsefe anlayışında çok önemli bir dönüşüm ortaya koymakla birlikte, efsane temelli bilgi anlayışına bağlı gözüküyordu. Musaların kendisine hakikati anlattığını bildirmesi (Kranz 1976, 60), geleneksel düşünce değerlerine göre düşündüğünü gösterir. Hakikati kendisine Musa’ların anlattığını bildirmesi, Theogonia’nın başında Hesiodos’un Musalara yakarmasıyla aynı tutumu sergilediğini gösterir.
Anaksagoras (500-428) Felsefeyi İyonya’dan getirip Atinalılara tanıttığı kabul edilmektedir. Anaksagoras, nous (akıl, ruh) kavramını felsefeye sokmuştur. Nous, madde dışı ve maddeyi harekete geçiren bir özelliğe sahip olduğunu ileri sürerek, felsefede yeni bir çığır açmıştır (Kranz 1976, 107). Anaksagoras’a göre başlangıçta her şey bir arada, çokluk ve küçüklük bakımından sonsuzdular. Onları bir arada sonsuz olan hava ve ether tutuyordu. Bu sonsuz çokluktaki ögeler, başka ögelerden birer parça bulunurdu. Sadece nous çok az ögede yer almıştır (Kranz 1976, 110-11). Başlangıçta, ayrımlaşmamış ve hareket ekmeyen kütle olan evren, nous tarafından harekete geçirilerek düzenli bir hale getirilmiştir (Guthrie 1965/ II,.296).
Nous, sınırsız, tek başına egemendir ve hiçbir şeyle karışmaz, yalnız olarak kendi kendine kalır. Başka ögelere karışmış olsaydı, her şeye aynı ölçüde hakim olamazdı. Nous, bütün ögelerin en incesi, en temizi, her şey hakkında bilgisi olan ve en büyük güce sahip olandır. Nous’un neden olduğun dönüş, evrenin oluşumunu belirlemiştir (Kranz 1976, 111). Anaksagoras, evrendeki oluşu, düzeni ve kuralları nous’tan türetmesi ve maddenin yapısına ilişkin ortaya koyduğu görüşlerle düşünce alanında önemli bir aşama kaydetmiştir. (Guthrie 1965/ II,320)
3.5. Efsaneyle Felsefe Arasındaki İlişki
Felsefenin evren tasavvurundaki sorunların çözümüne ilişkin çabalar sonucu ortaya çıktığı, yukarıda ele aldığımız filozoflarla Hesiodos’un görüşleri karşılaştırıldığında, daha iyi anlaşılmaktadır
1- Aristoteles, Hesiodos’u En Eskiler adı altında anıp Yunan düşünce tarihinin başına koymuştur (Metafizik 1985, 983 b30). Aristoteles’in belirttiği gibi, Thales’in ilkesi olan su (983 b30), Parmanides’in birleştirici unsur olarak kullandığı aşk (984 b25), ilk kez Hesiodos tarafından belirtilmiştir. Homeros ve Hesiodos geleneği, ilk tözleri tanrılar olduklarını ve tanrısal olanın tüm doğayı içine aldığını (1074 b1-15) kabul etmişlerdir (Bıçak 1999, 172). Ayrıca Hesiodos, bütün cisimleri yaratan toprağı ilk ilke olarak benimsemiştir (Metafizik 1985, 989 a10). Aristoteles en eskiler deyimini eski şairler için kullanmış ve bunların varlığı kuşatıcı unsur olarak tanrısallığı kullanmış olmaları nedeniyle teologlar olarak anılmaları gerektiğini belirtmiştir. Eskiler yani ilk filozoflar, ilk teologların ortaya koydukları geleneği sürdürmüşlerdir. İlk filozoflar, yeni bir hakikat bulmuş değil, eskiden beri insanların uydukları ve Polis’in yapısında yer alan hakikatleri dile getirmişlerdir (Ritter 1955, 7). Aristoteles’in bu yaklaşımı, düşüncenin gelişiminin gelenek içinde gerçekleştiğini ve kendi metafizik anlayışını, en eskilerin efsane temelli anlayışları ile eskilerin ortaya koyduğu ilkeler ve yenilerin görüşleri çerçevesinde oluşturmuştur (Bıçak 1999, 173). Aristoteles, ilk filozofların Homeros özellikle de Hesiodos geleneğine ne kadar bağlı olduklarını açık bir şekilde göstermiştir.
2- Hesiodos’un anlattığı evren modeli, boşluktan (kaos) varlık ve düzenin (gaia) ortaya çıkmasıyla başlamaktadır. Doğa filozofları olarak adlandırılan ilk düşünürler kuşağının başlıca sorunu, ilk varlığın nasıl ortaya çıktığı ve evreni nasıl oluşturduğu olmuştur. Kaos teriminin taşıdığı anlam nedeniyle boşluk, karanlık bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Boşluktan (kaos) varlığın ortaya çıkması, akıl yürütme açısından çelişkilidir. Bu çelişkiden kurtulmak için, kaosun yerine geçecek ve bir çelişki yaratmayacak bir ilk ilke belirlemek ilk filozoflar kuşağının temel kaygısı olmuştur. Milet okulu çeşitli maddeleri ilk olarak tanımlarken, Parmanides, varlığın hiçlikten çıkmadığını ve varlığın ezeli ebedi olduğunu söyleyerek, kaos düşüncesini bir kenara itmiştir. Varlığın sürekliliği görüşü Herakleitos tarafından da savunulmuştur. Phytagorasçılar, varlığın temel belirleniminin ruh olduğu düşüncesini getirerek, ilk ilkenin ruh olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Milet okulu düşünürleri, özneyi dışarıda bırakarak, doğayı insandan bağımsız bir şekilde ele almaya çalışmışlardır. Orfeusçular, nesneyi dışlayarak, insanı doğadan bağımsız bir biçimde sundular (Thomson 1988/1, 294). Farklı okulların ortaya koyduğu yaklaşımlar, Platon tarafından birleştirilmiş ve bütünlüklü bir evren tasavvuru ortaya çıkmıştır.
3- İlk varlığın ya da ilkenin ne olduğu sorunu, felsefe tarihinde Arkhe sorunu olarak tanımlanmıştır. Evrenin ilk ilke üzerine oturtarak temellendirilmesi, felsefenin ontoloji dalının kurulmasını sağlamıştır. İlke ile evrenin düzeni arasındaki ilişki tutarlı bir şekilde kurulduğunda, Parmanides’in dışındakiler için, oluşun da açıklaması anlamına gelmiştir. Böylelikle, kaos ile gaia arasındaki ilişki, mantıksal bir temelde açıklanmıştır. Burada göz ardı edilmemesi gereken önemli bir nokta, Hesiodos’un kaosun kökenini açıklayamadığı gibi, adı geçen filozoflar da ilk ilkenin kökenini açıklamamışlardır. Sadece kökende varolan şeyin adı ve nitelikleri değiştirilmiştir. Yunan felsefesinin belirgin özellikleri arasında yer alacak olan varlığını ezeli ebedi oluşu, Hesiodos’un gaia anlayışında saklıdır.
Yunanlı düşünürler, öz’ü, Tanrılarla ilgili tarih kesintinde değil de bu tarihten hemen önce gelen "en eski durum"da aranmışlardır. efsanelerin Tanrılarla ilgili efsanelerin ötesine geçmek ve gerçeğin içinden fışkırdığı ilk kaynağa ulaşmak, Varlık’ın dölyatağını saptamak için çaba harcamışlardır. Felsefi spekülasyon, kaynağı, kökeni, arkhe'yi ararken, kısa bir süre için kozmogoniye yeniden kavuşmuşlar ve kozmogoni, artık efsanenin değil, ontolojinin sorunu haline gelmiştir (Eliade 1993, 106). Bu tutumlarıyla belli ölçülerde, efsane temelli açıklamalardan uzaklaşmış, felsefi açıklama tarzının temellerini atmışlardır. Bununla birlikte, hem efsane temelli açıklama tarzı hem de felsefe, aşkın tanrısal düzenin kaynağını keşfetmek amacıyla, tecrübelerden uzaklaşmaları konusunda aynı tutumu sergilemişlerdir. Her iki düşünce biçimi de varlık sorunundan çıkmış ve giderek bağımsızlaşmışlardır (Voegelin 1957/ II,. 126).
4- Taprak (gaia), Hesiodos için oluşun ve düzenin kaynağıdır. Aynı zamanda tanrıları doğurarak doğal nesnelerin yönetimin ve evrenin bölümlerini yönetmelerini sağlamıştır. Parmanides oluşu reddederken, Yunan tanrılarını kabul etmiş onları varlık ve bilgi anlayışına göre yorumlamıştır. Herakleitos, düzenin logos tarafından sağlandığını, evrendeki oluşun da ateş aracılığıyla gerçekleştiğini kabul etmiştir. Parmindes’in mantığı ve Herakleitos’un logosu, Phytagorasçıların ruh anlayışı yeni unsurlar olarak felsefe temelli evren tasavvurunda yer almışlardır.
5- Gaia’nın içinde saklı olan potansiyelleri kendi başına dışlaştırması ile Milet okulu düşünürlerinin ilk ilke anlayışı ve bu ilkeden oluşun gerçekleşmesi arasındaki benzerlikte gözden uzak tutulmamalıdır. Doğa filozoflarının temellendirmeye çalıştıkları dört elementin her biri ya da birlikte oluş halindeki varlığı gerçekleştirmesinde potansiyel unsurlar olarak kullanmışlardır. Bu tutum gaia’nın doğurma yeteneklerini elementlere geçirildiği izlenimi vermektedir.
6- Evrendeki her türlü değişmenin arkasında değişmeden kalan ilke konusunda iki yaklaşım farklılaşmaktadır. Efsane temelli yaklaşımda, gaia’nın varlıkları hangi gerekçelerle doğurduğu açıklanmamaktadır. Felsefe temelli evren tasavvurlarında ilke, çeşitli özelliklerinden hareketle açıklanmıştır. İlkenin mantık temelli açıklanması, felsefeyi efsanelerden köklü bir şekilde ayırmıştır.
7- Homeros ve Hesiodos’un tasvir ettikleri tanrıların yetkileri sınırlıdır. Yetkilerini kaybetmekte ve hapsedildiklerinden ebedi değillerdir. Ancak onları asıl sınırlayan moiradır (kader). İstediklerini yapamamakta kadere boyun eğmektedirler (Cornford 1957, 12-13). Felsefeyle ilişkisi açısından bu durum iki açıdan değerlendirilebilir. 1- Evrenin mutlak olarak kontrol eden bir gücün efsane temelli anlayışta olmamış ve Platon’a kadar felsefede de gelişmemiştir. 2- Herakleitos’un logos ve Anksagoras’ın nous öğretileri, efsane temelli anlayışta eksik olan, evrensel düzenin belirleyici ilkesi olarak öne çıkarlar. Tanrıların gerçekleştiremediği evrensel otoriteyi sağlayacak ilkeler olarak Logos ve Nous ileri sürülmüştür. Açıklama gücü yüksek olan bu ilkeler, felsefi düşüncenin gelişiminde ve yeni evren tasavvurunda büyük rol oynamışlardır. Platon döneminde akıl Zeus’un yerine Zeus da moira’nın yerine geçirilmiştir (Cornford 1957, 36).
Yunan felsefesi efsanelerin etkisinden kurtulamamıştır. Miletli düşünürlerin evrenle ilgili ortaya koydukları görüşleri efsanelerle desteklemişlerdir (Kirk 1977, 296). Kökene olan bağlılık yitip gitmediği, başlangıç zamanında -ya da deneyüstü bir Dünyada- olup biteni unutmak bilgiye ya da kurtuluşa erişmedeki başlıca engeli oluşturduğu sürece, efsane temelli düşüncenin köklü bir biçimde aşılmasını tasarlamak güçtür (Eliade 1993, 106-107) Varoluşu temellendirmenin kökene geri dönmekle mümkün olduğu gerçeği, Platon için de geçerli olmuştur.
Efsane temelli evren tasavvurunun çeşitli özelliklerinin felsefe temelli evren tasavvurunda devam etmesinde garip bir yan yoktur. Yunan kültüründe yaşanan dönüşüm ne kadar büyük olursa olsun, yeni düşünceler üretebilmek için Yunan düşüncesinde varolan değerleri kullanmaktan başka seçenekleri yoktu. Dönüşümün en iyi göstergesi, ileri sürülen düşüncelerdeki mantıksal yapıdır. Ancak bu mantıksal yapı, efsane temelli evren tasavvurunu ortadan kaldıramamıştır. Efsane temelli evren tasavvurunun devam etmesinin başlıca nedenleri arasında, Yunan dininde içkin olarak varlığın sürdürmesidir. Felsefe ne kadar gelişmiş olursa olsun, dinin yerine geçememiş olması nedeniyle, hep entelektüel bir uğraş olarak kalmıştır.
Doğa filozoflarının, evren tasavvurlarında insan merkezi bir yer tutmamıştır. Cornford’un belirttiği gibi Sokrates öncesi felsefe doğayı, Sokratik felsefe ise insan ruhunu keşfetmiştir (Cornford 1968, 4). Ancak 5.yüzyılda gelişen trajedi yazarları ile Sofistler, insanı evren tasavvurunun merkezine oturtmuşlardır.
Uygulama Soruları
Bir öğeden evrenin kuruluşunu açıklama ihtiyacının nedenleri nelerdir?
İlke olmaları açısından Logos ile su arasında ne tür farklar vardır?
Neden felsefede ilke önemsenmektedir?
İleri sürülen ilkeler hangi niteliklerle sınıflandırılabilirler?
İlkelerin nitelikleri ile evrenin yapısı arasındaki ilişkiler nasıldır?
Bilgi ile ilkeler arasında ne tür bağlantılar vardır?
Bölüm Özeti
İlke (arke) sorunu, felsefenin temelini oluşturması açısından önemlidir. İlkelerden hareketle, bir yandan evrenin oluşumun açıklanırken, diğer yandan, felsefenin temel unsurlarından biri oluşturmuştur. Yukarıda anlatılanların yanında, ilke, belli bir konuyu bütünlüklü bir şekilde açıklamak, konunun içindeki farklı unsurları da birlikte taşıyabilen kabullerdir. Felsefi değerlendirmelerin genelliğini veren unsurlar arasında sayılmaktadır.
Açıklama:
Yazar:
mischiefbazp
Bir cevabı oylayın:
17Yazar:
andrew
Cevap:
vahiy denir Cebrail melek aracılığıyla olur
Yazar:
cheetowqjo
Bir cevabı oylayın:
20Cevap:
vahiy
Açıklama:
cebrail meleği iletir
Yazar:
almudenajeuz
Bir cevabı oylayın:
2Yazar:
tyrellho
Cevap:
03:25\It is twenty-five past three
04:10\It is ten past four
09:35\It is twenty-five to nine
11:50\It is ten to twelve
KOLAY GELSİN ASK EN İYİ SECERSEN SEVİNİRİM☺️
Yazar:
boonec6yx
Bir cevabı oylayın:
6Bu başlığı kapatarak, bir bağlantıya tıklayarak veya başka bir şekilde gezinmeye devam ederek çerez kullanımını kabul etmiş olursunuz.