Sıla sekizinci sınıf öğrencisidir, kafeterya açmak annesi ile ikisinin hayaliydi. Annesinin vefatından sonra, hayallerini gerçekleştirmek ve Sıla’yı yaşama bağlamak için evlerinin alt katındaki dükkanı kafeteryaya dönüştürdü Sıla’nın babası Arda Bey. Sıla’nın teyzesi Rana da yanlarına taşındı. Bu üç ana karakterin birbirleriyle ilişkileri ve duygu durumlarının yanı sıra kafeteryaya uğrayan kişilerden birine dair öykü yer alıyor her bölümde. Bu öyküler anlatılırken mekanda ve zamanda gidip gelmeler yaşanıyor.
Öykü ve karakterler o kadar hayatın içinden ki, sanki kendi komşularımızmış, gerçek kişilermiş gibi üzerinde konuşma ihtiyacı hissediyoruz kitabı eş zamanlı okuduğumuz oğlumla. Büyüdüğünü göstermek için servise binmeyip yürüyerek eve gitmeye çalışırken kaybolan Macide için üzülüyoruz beraber, sırf yaşlı olduğu için güvenip yolu sorduğu tanımadığı kadına aslında güvenmese daha mı iyi olurdu diye yorumlarda bulunuyoruz. Diğer öyküde kafeteryanın müdavimi Özgür Bey’in çocukluğuna gidiyoruz. Özel ders almaya gittiği Yıldırım Ağabey’inin evinin yakınında tesadüf ettiği Fırıldak isimli eski arkadaşıyla nasıl sigara dumanlı kahveye gitmeye ve kumara alıştığını, sonrasında ailesine söylediği yalanlarını, Yıldırım Ağabey’inin yardımıyla bu alışkanlığından kurtulmaya çalışırken, arkadaşının onu nasıl tekrar kandırdığını okuyoruz. Sonraki öykülerde mahallenin yankesicisi ailesini doksan dokuz depreminde yitirmiş yetiştirme yurdunda yaşayan Zıpzıp (Yiğit) ile, zamanında köşklerde yaşamış fakat şimdi sokaktaki terk edilmiş bir arabada yaşayan akli melekeleri yerinde olmayan Sallabaş Sami’yi tanıyoruz. İnsanların hırsız doğmadığını, yaşadığı şartların önemini idrak ediyor; ilgi, sevgi ve güven duygusu ile yaklaşılırsa bir çocuğun yaşamının nasıl değişebileceğine tanık oluyoruz. Kitabı okuduktan sonra, arka sayfasında tarifi verilen ballı çöreklerden yapıp afiyetle yemeyi ihmal etmiyoruz
umarım yardımcı olmusumdur kolay gelsin