Soru: Yeni kongrelerin düzenlediği yerlerin beşini yazınız.(ÇOK ACİL)

  • drugie-predmety

    Konu:

    Tarih
  • Yazar:

    rashad
  • Oluşturulma Zamanı:

    1 yıl önce

Cevaplar 1

Cevap:

Üniteler

1. Osmanlı Devleti’nde Modernleşme Hareketleri

2. Kurumsal Modernleşme Dönemi - 1

3. Kurumsal Modernleşme Dönemi (1876-1908)

4. Osmanlı Fikir Hareketleri

5. Osmanlı Dış Politikası

6. Modernleşme Döneminde Osmanlı Ekonomisi

7. Birinci Dünya Savaşı Ve Osmanlı Devleti

8. Ermeni Meselesi

9. Milli Mücadele Dönemi - 1

10. Milli Mücadele Dönemi - 2 (kongreler Ve Meclis-İ Mebusan Dönemi

Giriş

10.1. Havza Genelgesi (28 Mayıs 1919)

10.2. Amasya Genelgesi

10.3. Erzurum Kongresi

10.4. Sivas Kongresi

10.5. Batı Anadolu Kongreleri

10.6. Amasya Görüşmeleri Ve Protokolleri (20-22 Ekim 1919)

10.7. Mustafa Kemal Paşa Ve Heyet-İ Temsiliye’nin  Ankara’ya Gelişi

10.8. Son Osmanlı Meclis-İ Mebusanı

10.9. Misak-I Millî

10.10. İstanbul’un  Resmen İşgali

Bölüm Özeti

Ünite Soruları

Sunum

Ders Anlatımı

11. I. Tbmm Dönemi

12. Milli Mücadele’nin Mali Kaynakları

13. İstiklal Harbi

14. Milli Mücadele’nin Dış İlişkileri

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I

10. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ –2- (KONGRELER VE MECLİS-İ MEBUSAN DÖNEMİ)

Giriş

Çevrimiçi Kaynak: https://www.atam.gov.tr/fotograflar/milli-mucadele-donemi

Önceki bölümde, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından başlayan İtilaf devletlerinin işgallerine birçok Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulduğundan söz etmiştik. Öyle ki bu cemiyetlerin çoğu kongre adı verilen genel toplantılar sonucunda kurulmuştur. Hatta Kars, Ardahan ve Batum (Elviye-i Selase/üç vilayet) bölgesindeki kongrelerde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, “kongre hükûmeti” tarzında teşkilatlanmış; bazı cemiyetler de sadece bölgesel direniş cemiyetleri olarak faaliyette bulunmuştur. Bilindiği üzere, Millî Mücadele devrinde yirmi sekiz (28) kongre düzenlenmiştir. İlgi çekicidir ki bu kongrelerin on üç (13) tanesi Sivas Kongresi öncesinde yapılmıştır. Diğer bir deyişle, Millî Mücadele, TBMM kuruluncaya kadar kongreler üzerinden yürütülmüştür. Hiç şüphesiz bu kongrelerin en önemlileri, Doğu kongreleri içinde yer alan Erzurum ve Sivas kongreleri ile Batı Anadolu kongreleri içinde değerlendirilen Balıkesir ve Alaşehir kongreleri idi.

10.1. Havza Genelgesi (28 Mayıs 1919)

Resim 1: Havza'nın eski bir görünümü

Çevrimiçi Kaynak: http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=122711

Resim 2: Havza Genelgesi'nin açıklandığı Taş Mektep binası

Çevrimiçi Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/milli-mucadelenin-yok-olan-taniklari-41313983

İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgalinden sonra Orta Karadeniz Rumları da cesaretlenmiş ve Müslüman halka saldırmaya başlamıştı. Bu saldırıların yaşandığı yerlerden biri de Havza idi. Havza, Karadeniz’i İç Anadolu’ya bağlayan en stratejik bir konumdaydı. Daha da önemlisi, Havza’da Müslümanlarla birlikte Rumlar ve Ermeniler yaşamaktaydı. Yaşanan saldırılar, Havza’nın Müslüman halkını tedirgin etmişti. O sırada Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmış ve orada fazla kalmayarak 25 Mayıs 1919’da Havza’ya gelmişti. İlk iş olarak şehrin ileri gelenlerini topladıktan sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmasını, Taş Mektep ’de toplanmasını ve şehirde bir de miting yapılmasını istedi. 26 Mayıs’ta kendisini ziyaret eden Havza Belediye Başkanı İbrahim Cebecioğlu’nun İttihat ve Terakki kapandığından dolayı gizli çalışan bir Redd-i İlhak Cemiyeti’nin bulunduğunu söylemesi üzerine memnuniyetini dile getiren Mustafa Kemal Paşa, ayrıca Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulması teklifinde bulundu. Hemen harekete geçen belediye başkanı, Mahmutağazade Bayram, Kadıoğlu Hakkı yazar Zübeyiroğlu Fuat gibi şehrin ileri gelenleriyle birlikte Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurdu (Mutlu, 2019, s.729-730).

Bununla yetinmeyen Mustafa Kemal Paşa, 28 Mayıs 1919’da Kolordu Komutanlıklarına, Vilayetlerine ve Mutasarrıflıklara bir genelge gönderdi. Havza genelgesi adı verilen bu genelgede, iki istek dikkat çekmekteydi. (MEB, 2015, s.7-8).

- İzmir’in işgalinden sonra vatan bütünlüğünün korunması için büyük ve heyecanlı mitingler yapılması

- Bütün İtilaf Devletleri Temsilcileri ile Osmanlı Hükümeti’ne protesto telgrafları çekilmesi

-Bu mitinglerde sükûnetin olağanüstü korunması ve Hristiyanlara karşı sataşma yapılmaması ve düşmanca tavırlar gösterilmemesi

İlk protesto mitingi, köylerden gelen halkın katılmasıyla 30 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra düzenlendi. Cuma namazından sonra Büyük Cami’de, şehitlerin ruhuna mevlit okundu. Halkın büyük teveccüh gösterdiği bu mevlit programına Mustafa Kemal Paşa da katıldı. Ancak Havza Mitingi ile Mustafa Kemal Paşa’nın birçok vilayete gönderdiği telgraflar sonucundan düzenlenen mitingler İngilizleri rahatsız etti ve hemen İstanbul Hükümeti’ne baskı yaparak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geri çağrılmasını istediler.

Diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa da boş durmuyor, Amasya ve çevresindeki Rum çetelerinin faaliyetlerini izliyordu. Nitekim, 5 Haziran ‘da İstanbul’a gönderdiği rapora göre Rumlar, Sivas vilayetinin Amasya ve Tokat sancaklarında, çetecilik ve siyasi amaçlı faaliyetler yürütmekteydiler. Sayıları beş adet olan bu güçlü Rum çetelerin amacı, yabancı devletlere güvenlik sorunu olduğunu göstererek onların müdahalesine davet çıkartmaktı. Bu çeteleri İngiliz subayları ile Amerikan memurları şımartmaktaydılar(Atatürk İle 1982, s.34-36). Sonunda Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin baskısı üzerine 8 Haziran’da İstanbul’a resmen geri çağrıldı. Ancak söz konusu talep, Mustafa Kemal Paşa tarafından reddedildi (Atatürk, 1987, s. 29-30; Türkmen, 2001, s.139-140). Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran’a kadar Havza’da kaldı ve o gün öğleden sonra Amasya’ya geçti.

10.2. Amasya Genelgesi

Resim 3: Mustafa Kemal Paşa’nın yıllar sonra Amasya’yı ziyaretinde Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi ile görüşmesi.

Çevrimiçi  Kaynak: https://www.google.com/search?q=Mustafa+Kemal+Pa%C5%9Fa+AMasya&sxsrf=ALeKk00HlbnYWzPmGNzUTC8esuTJMfd3Ew:1601936003729&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=2ahUKEwij0NHTvJ7sAhWvtYsKHbpJCh4Q_AUoAnoECA0QBA&biw=1366&bih=608#imgrc=_KImyox_H4xImM

Amasya’da, Müftü Hacı Hafız Tevfik Efendi ve Vaiz Abdurrahman Kamil Efendi başta olmak üzere ve halk tarafından coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal Paşa (Evsile, 1998, s. 75-76), bütün ülkeyi kapsayacak millî bir teşkilat kurulması amacıyla faaliyetlerini sürdürdü. Esasında Mustafa Kemal Paşa, bir genel kongre toplanmasını istemekteydi. Artık, Anadolu ve Trakya’daki millî teşkilatları birleştirmek amacıyla Sivas’da genel bir kongre toplamak gerekliydi(Atatürk, 1987, s.30). Bu amaçla, en yakın arkadaşları olan Rauf Bey(Orbay) Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Refet Bey (Bele), Mersinli Cemal Paşa ve Kazım Karabekir Paşa ile görüşmeler yaptı. Görüşmeler sonunda bazı kararlar aldılar (Cebesoy, 2000, s.89-93). Genellikle, “Amasya Tamimi/Genelgesi olarak bilinen bu “Amasya Kararları”, 22 Haziran 1919’da bütün kolordulara ve vilayetlere bildirildi. Bu kararlar şunlardı: (MEB, 2015, s.9-14; Atatürk, 1987, s.30-31; Cebesoy, 2000, s.93-94).

1- Vatan’ın bütünlüğü milletin istiklali tehlikededir.

2- İstanbul hükûmeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi göstermektedir.

3- Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

4- Milletin içinde bulunduğu durumu i bütün dünyaya duyurmak için her türlü baskıdan uzak millî bir heyetin kurulması şarttır.

5- Anadolu’nun her bakımdan en emin yeri olan Sivas’ta hemen millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

6- Bunun için bütün vilayetlerin her livasından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin en kısa zamanda yola çıkarılması gerekmektedir.

7- Her ihtimale karşı, bu mesele millî bir sır olarak saklanmalı ve seçilen üyeler, yolculuklarını kendilerini tanıtmayacak şekilde gizli yollardan yapmalıdırlar.

8- Doğu vilayetleri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Adı geçen vilayetlerin Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nden seçilmiş üyeler Erzurum’a doğru yola çıkmışlardı. O tarihe kadar çeşitli vilayetlerin delegeleri de Sivas’a geleceklerinden dolayı Erzurum Kongresi’nin üyesi de uygun bir zamanda genel kongreye katılmak için Sivas’a hareket edecektir.

Söz konusu belge incelendiğinde görülecektir ki ilk önce vatanın içinde bulunduğu durumun tespiti yapılmakta (madde 1), ardından bu durumun sorumlusuna -İstanbul Hükümeti’ne- işaret edilmekte idi (madde 2). Genelgeye göre çare, milletin azim ve kararını göstermesi, millî iradenin tecellisi idi (madde 3). Ancak bu çarenin gerçekleşmesi için bir millî heyetin meydana getirilmesi gerekliydi (madde 4). Bu amaçla emin bir şehir olan Sivas’ta derhal genel bir kongrenin toplanması gerekmekteydi (madde 5). Bu arada Erzurum’da bir kongre toplanacağı haberini de vermekteydi (madde 8).

Resim 4: Amasya Saraydüzü Kışlası. Amasya Genelgesi’nin duyurulduğu bina

Çevrimiçi Kaynak: http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=50431

Amasya Genelgesi, Mondros Mütarekesi’nden sonra Anadolu ve Trakya’da vatanın işgallerden kurtarılması amacıyla başlatılmış bölgesel direniş hareketleri -Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri- yerine bütün vatanı içine alacak millî bir örgütlenmeye yönelik ilk çağrıydı (Budak, 2003, s.975). Zaten o günlerde, Mustafa Kemal Paşa da Anadolu ve Rumeli’de mevcut millî teşkilatların birleştirilmesinden söz etmişti. (Atatürk I, 1987, s.30) Bu özelliğiyle genelge, millî direnişin hedef ve araçlarını belirleyen “ilk stratejik belgesi” olarak değerlendirilmektedir. (Özdemir, 2010, s.41).

Hal böyle iken Amasya genelgesi “ihtilal bildirisi” olarak değerlendirilmektedir. Oysa kavramın tanımı, genelgeye imza koyanların statüleri-Rauf Bey dışında hepsi devletin resmî görevlileriydi- ve en önemlisi, diğer eylemleri gibi Amasya genelgesi için de Atatürk bu kavramı kullanmamıştır. Bundan dolayı Amasya genelgesine “ihtilal bildirisi” demek bilimsel olarak pek doğru gözükmemektedir.

10.3. Erzurum Kongresi

İzmir’in işgali Millî Mücadele açısından bir dönüm noktasıydı. Öyle ki Mondros’tan sonraki işgalleri ciddiye almayan ve ona karşı direnmeyi gereksiz gören kesimleri bile işgale direnmenin gerekli olduğu düşüncesine sevk etmişti (Zürcher, 1987, s.188-189). Ayrıca bu düşüncenin gelişmesinde, İtilaf devletlerinin Yunanistan’ın İzmir’i işgali ile 14 Mayıs’ta, ABD manda yönetiminde büyük Ermenistan devletinin kurulmasına izin vermeleri etkili olmuştu. Çok geçmeden, 28 Mayıs’ta, Ermeniler, Çukurova’ya kadar uzanacak Erivan merkezli büyük Ermenistan devletini ilan ettiler. (Sonyel, I, 1973, s.25).

Resim 5: Erzurum Müftüsü Raif Dinç Efendi

ÇevrimiçiKaynak: https://www.biyografya.com/biyografi/10264

Bu iki gelişme ise Orta ve Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu vilayetleri halkını endişelendirdi. Bundan başka özellikle Orta ve Doğu Karadeniz bölgeleri için bir Pontus tehlikesi vardı. Bu endişeler üzerine, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti, 28 Mayıs’ta, Vilayat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi’ne ortak kongre teklifinde bulundu Buna karşılık, adı geçen cemiyetin Erzurum şubesi de 30 Mayıs’ta verdiği cevapta bu teklifi memnuniyetle karşıladı. (Karabekir, I, 2008, s.40-44) . İlk önce kongre 10 Temmuz’da yapılacaktı. Ancak o tarihte delegelerin gelemeyeceği anlaşıldığından dolayı iki hafta kadar ertelendi.

Bu arada, Kazım Karabekir’in daveti üzerine Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz’da, Sivas’tan Erzurum’a geldi (Atatürk, 1987, s.43). Burada, Kazım Karabekir ve Rauf Bey gibi arkadaşlarıyla durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal Paşa, millî gaye için ortaya atılmak vaktinin geldiğini düşünerek 8 Temmuz’da askerlikten istifa etti (Atatürk İle 1982, s.51-52; Atatürk, 1987, s.47). Bu sırada İstanbul’daki Damat Ferit Paşa hükûmeti, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in anarşi çıkardıkları gerekçesiyle Erzurum vilayetinden tutuklanmasını istedi ise özellikle 15.Kolordu Komutanı Kazım Karabekir bunu reddetti (Karabekir, 1991, s.81-83). Hatta Kazım Karabekir, kendisi tarafından tutuklanacağından endişe eden Mustafa Kemal Paşa’nın emrine girdi ve onu lider tanıdı (Kocahanoğlu, 2000, s.192-195).

Resim 6: Erzurum Kongresi'nin gerçekleştiği bina

Çevrimiçi Kaynak: https://turkiye.net/tarih/turk-tarihi/erzurum-kongresi-icin-secilen-binanin-enteresan-oykusu/

Erzururum Kongresi, 23 Temmuz’da başladı. Ne var ki; Mustafa Kemal Paşa, askerlikten istifa etmesine rağmen askerî üniformayla kongreye katılmak istedi. Bazı delegelerin tepkileri üzerine Vali Münir Bey’in bulduğu sivil kıyafetleri giymek zorunda kaldı. Böylece, kongreye katılan Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir’in desteğiyle kongre başkanı seçildi. Kongre, 7 Temmuz’a kadar devam etti. Sonunda, kongrede alınan kararlar bir beyanname halinde yayınlandı. Erzurum Kongresi beyannamesi olarak adlandırılan bu kararlar şunlardır (Karabekir, 2008, s.115-117; MEB, 2015, s.15-25; Selvi, 2000, s.108-117):

Trabzon vilayeti ve Canik Sancağı ile Doğu Anadolu vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Elazığ, Van, Bitlis vilayetleri ile bu bölgedeki bağımsız livalar; hiçbir sebep ve bahane ile birbirinden ve Osmanlı anavatanından ayrılmaz bir bütündür

Osmanlı vatanının bütünlüğü ve milletin istiklalinin sağlanması, saltanat ve hilafetin korunması amacıyla Kuva-yı Milliye’yi etken ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.

3- Her türlü işgal ve müdahale, Rumluk, Ermenilik amacına yönelik sayılacağından birlikte savunma ve karşı koyma esası kabul edilmiştir. Siyasi hâkimiyet ve sosyal dengeyi bozacak şekilde Hıristiyanlara yeni imtiyazlar verilmesi kabul edilmeyecektir.

4- İtilaf Devletlerinin baskıları karşısında, Merkezî Hükûmetin buraları bırakmak ihtimaline karşı saltanat ve hilafete bağlılığı ve millî hakları koruyucu tedbirler ve kararlar alınmıştır.

5- Vatanımızda, öteden beri birlikte yaşadığımız Müslüman olmayan kimselerin, daha önceden kazanılmış haklarına tamamıyla uyarız. Mal, can ve ırzlarının korunması esasen dinimizin, millî geleneklerimizin ve yasalarımızın gereği olduğundan bu esas Kongremizin genel kanısıyla da doğrulanmıştır.

6- İtilaf Devletleri tarafından Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her bölgesinde olduğu gibi Doğu Anadolu vilayetlerinde de büyük çoğunluğu Müslümanlardan meydana gelen öz kardeş, dindaş ve soydaşlarımızın yaşadığı memleketlerimizin bölünmesi düşüncesinden tamamen vazgeçilerek, varlığımıza ve tarihi, ırki, dini haklarımıza saygı gösterilmesi ve bu suretle hak ve adalete dayanan bir karar verilmesi beklenir.

7- Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla altıncı maddede açıklanmış olan sınırlar içinde, milliyet esaslarına uygun ve memleketimize karşı istila isteği olmadan herhangi bir devletin fenne, sınaiye ve ekonomiye ait yardımlarını hoşnutlukla karşılarız. Adil bir barışa ulaşmak en büyük arzumuzdur.

8- Milletlerin kendi kaderlerini belirlediği bir tarihi devirde, Merkezî Hükûmetin (Osmanlı Hükûmeti’nin) millî iradeye boyun eğmesi zorunludur. Bu amaçla, Merkezî hükûmetin hemen millî meclisi toplaması; milleti ve memleketi ilgilendiren bütün kararları millî meclisin denetiminden geçirmesi zorunludur.

9- Vatanımızın kurtuluşu için millî vicdandan doğan derneklerin birleşmeleriyle Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Bu cemiyet, her türlü particilik akımlarının dışındadır. Bütün Müslüman yurttaşlar derneğin tabi üyesidir.

10- Kongre tarafından seçilen bir Temsil Heyeti kabul edilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar olan millî kuruluşlar birleştirilmiş ve sağlamlaştırılmıştır.

Kongrenin sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında bir Temsil Heyeti seçildi. Heyetin diğer üyeleri, Hüseyin Rauf Bey, İzzet Bey, Servet Bey, Raif Efendi, Sadullah Efendi, Bekir Sami Bey, Ahmet Feyzi Efendi ile Hacı Musa Bey idi. (Atatürk III, 1987, s.933-934; Akbulut, 1990, s.44-55; Selvi, 2000, s.115-116).

Erzurum Kongresi, hem delegelerin temsil ettikleri vilayetler ve hem de kongrenin amacı bakımından bölgesel nitelikli bir kongreydi. Ancak kongre beyannamesinin birinci maddesinde yer olan Orta ve Doğu Karadeniz ile Doğu Anadolu vilayetlerinin birbirlerinden ve Osmanlı anavatanından ayrılmazlığına yapılan vurgu, beyannamenin tek yerel ve Sivas Kongresi Beyannamesi’nden ayıran özelliğiydi. Yine de diğer maddeleri yerelden- ulusala doğru uzanan amaç ve değerler açısından millî özellik taşımaktaydı ve en önemlisi, Sivas Kongresi’nin gündemini oluşturmuştu. Ayrıca bu kongre, sivil olarak Mustafa Kemal Paşa’nın ilk resmî siyasi faaliyeti olması açısından da önemliydi.

10.4. Sivas Kongresi

Resim 7: Sivas Kongresi’nin gerçekleştiği bina

Çevrimiçi Kaynak: https://www.trthaber.com/haber/kultur-sanat/milli-mucadele-ruhu-bu-binada-yasatiliyor-382660.html

Bu kongre, Amasya Genelgesi’nde alınmış bir karar üzerine gerçekleşti. Kongre merkezi, Sivas olacaktı.. İlk önce, Sivas üzerinden Erzurum’a giden Mustafa Kemal Paşa, kongreden sonra Temsil Heyeti Başkanı olarak heyetiyle birlikte 29 Ağustos 1919’da Sivas’a geri döndü (Kansu I, 1988, s.167-176. 4-11 Eylül tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresi  sonunda bir beyanname yayımlandı ve Temsil heyeti genişletilerek başkanlığına yeniden Mustafa Kemal Paşa seçildi (Kansu I,1988, s.283-284; Tansel II, 1991, s.103-104).

Kongrede en tartışmalı konulardan biri “manda meselesi”  idi. Genel hava, her türlü mandanın kabul edilemeyeceği yönündeydi. Ancak kongre delegeleri arasında Amerikan mandası taraftarları vardı. Biraz da bu taraftarları teskin etmek için kongre, manda yerine “yardım ”kelimesini uygun bularak “yayılmacı emel beslemeyen herhangi bir devletin mali ve ekonomik yardımını talep etme kararı” aldı. Hiç şüphesiz bu devlet, Amerika Birleşik Devletleri idi. Hatta bu amaçla, aralarında Mustafa Kemal Paşa’nın da bulunduğu kişilerin imzalarını taşıyan 11 Eylül 1919 tarihli bir mektup, ABD Senatosu’na gönderildi. (Erol, 1972, s.94-95). Bu mektup, ülkenin durumunu incelemek için ABD Senatosu’ndan bir heyetin gönderilmesi talebini içermekteydi. Böylece, manda taraftarları tatmin edilmiş oldu.

Sonunda, Sivas Kongresi beyannamesi kabul edildi. Bu beyannamenin maddeleri şunlardır: (MEB, 2015, s.28-31):

1- Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasındaki mütarekenin imza olunduğu 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırımız dâhilinde kalan ve Müslümanların yaşadığı Osmanlı vatanı birbirinden ve Osmanlı anavatanından ayrılmaz bir bütündür.

2- Osmanlı toplumunun tamamı ve millî istiklâlimizin sağlanması ile hilafet ve saltanat hukukunun korunması için kuvâ-i millîyyeyi etken ve irade-i millîyyeyi hâkim kılmak temel esastır.

3- Osmanlı vatanının herhangi bir parçasına karşı olacak müdahale ve işgale ve bilhassa vatanımız dâhilinde müstakil birer Rumluk ve Ermenilik oluşturma amacına yönelik harekâta karşı Aydın, Manisa, Balıkesir cephelerinde olduğu gibi ortak savunma ve direniş meşru kabul edilmiştir.

4- Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bütün Müslüman olmayanların her türlü eşit hukukları tamamen korunduğundan dolayı bu unsurlara siyasi hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilmesi kabul edilmeyecektir.

5- Osmanlı Hükûmeti, bir dış baskı karşısında memleketimizin herhangi bir kısmını terk etmek durumunda kaldığı takdirde hilafet ve saltanat ile vatan ve milletin bütünlüğünün korunması yolunda yeterli her türlü tedbirlerin alınması kararlaştırılmıştır.

6- İtilaf Devletleri tarafından mütarekenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırımız içinde kalıp İslam çoğunluğunun yaşadıkları topraklarımızın parçalanması teorisinden tamamen vazgeçerek bu topraklar üzerindeki her türlü (hukuki tarihi ırki, dinî ve coğrafi) haklara uyulmasını ve adil bir karar alınmasını bekleriz.

7- Devlet ve milletimizin iç ve dış bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak üzere altıncı maddede açıklanmış olan sınırlar içinde, milliyet esaslarına uygun ve memleketimize karşı istila isteği olmayan herhangi bir devletin fenne, sınaiye ve ekonomiye ait yardımlarını hoşnutlukla karşılarız. Bu uğurda adil bir barışa ulaşmak en büyük millî arzumuzdur.

8-Bu devirde, İstanbul Hükümeti’nin de millî iradeye boyun eğmesi zorunludur. Bundan dolayı İstanbul hükûmetinin hemen millî meclisi toplaması; milletin ve memleketin geleceğine ilişkin alacağı bütün kararları millî meclisin denetiminden geçirmesi zorunludur.

9- Millî vicdandan doğan millî ve vatani derneklerin birleşmesiyle bütün toplum bu kere Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti unvanıyla adlandırılmıştır. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyanlarından uzaktır. Bütün Müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin doğal üyesidirler.

10- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ’nin 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas şehrinde toplanan Umumi Kongresi’nde genel idari teşkilat için Temsil Heyeti seçmiş ve köylerden vilayet merkezlerine kadar bütün millî teşkilat birleştirilmiştir.

Sivas Kongresi’nin en önemli kurumsal sonucu, mütareke sonrası kurulmuş Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin çoğunun tek çatı altında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla birleştirilmesidir. Bu cemiyet, Erzurum’da kurulmuş olan Temsil Heyeti’ni genişletmiş ve Mustafa Kemal Paşa’yı yeniden başkanlığa getirmiştir. Öyle ki söz konusu cemiyet ve onun Temsil heyeti, 23 Nisan 1920’de BMM kuruluncaya kadar, Millî Mücadele hareketinin iç ve dış ilişkilerini yönetecek olan tek kurumsal organ olmuştur. Aynı zamanda bu durum, Millî mücadele hareketinin hem uluslararası ve hem de ulusal ölçekte meşruiyetini artırmıştır.

En önemlisi, Sivas Kongresi, yayımladığı beyannamesi ile I. Dünya Savaşı sonrası uluslararası şartları dikkate alarak yeni bir Türk vatanının sınırlarını çizmiştir. Bu sınır, “Mondros Mütarekesi imzalandığında sınırlarımız içinde kalan topraklar”dan ibarettir. Aynı zamanda söz konusu sınır, Mustafa Kemal Paşa ve Kazım Karabekir gibi önemli kişilikler tarafından da savunulmuştur. Ancak bu sınır Misak-ı Millî beyannamesi ile biraz daha genişletilmiştir.

10.5. Batı Anadolu Kongreleri

10.5.1. Balıkesir Kongreleri

Resim 8: Balıkesir Kongresi sırasında çekilmiş bir fotoğraf.

Çevrimiçi Kaynak: https://antlasmalar.com/balikesir-kongresi/

İzmir’in işgali ile birlikte Yunan işgalinin Batı Anadolu’ya doğru genişlemesinden endişe duyan şehirlerden biri Balıkesir idi. Bundan dolayı halk ile aydınlar, şehrin işgale uğramaması için Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti’ni kurdular. Bu cemiyetin öncülüğünde Haziran-Kasım 1919 tarihleri arasında dört kongre düzenlendi. Bu kongreler şunlardı: Birinci Balıkesir Kongresi (28 Haziran-13 Temmuz 1919), İkinci Balıkesir Kongresi (26-30 Temmuz 1919), Üçüncü Balıkesir Kongresi (16-27 Eylül 1919), Dördüncü Balıkesir Kongresi (19-29 Kasım 1919).

Bu kongrelerden en önemlisi 28 Haziran-13 Temmuz 1919 tarihleri arasında yapılan Birinci Balıkesir Kongresi idi. Balıkesir Harekât-ı Milliye Kongresi olarak da anılan ve eski adı Darü’nnafia olan Ali Şuurî Medresesi’nde toplanan bu kongreye Balıkesir’in civar kaza ve nahiyelerinden temsilciler katıldı. Kongre on gün sürdü (İlgürel, 1999, s.90).

İkinci kongre, 26-30 Temmuz 1919 tarihleri arasında yapıldı. Kongreye, Akhisar, Balıkesir, Bigadiç, Bandırma, Balya, Burhaniye, Edremit ve Soma’dan delegeler katıldı. Hacim Muhiddin Bey (Çarıklı), kongre başkanlığına seçildi. Amaçları, “Yunan tecavüzlerine karşı savunma ve mücadeleyi birleştirmek” idi. Kongre sonunda 29 maddeden oluşan önemli kararlar alındı. Ancak bu kararların ikisi dikkat çekiciydi (İlgürel, 1999, s.101-105).

- Yunan işgaline karşı direniş sürdükçe millî seferberlik halinde bulunulması, herkesin vatan hizmetiyle sorumlu olması (madde 7).

Resim 9: Hacim Muhittin Çarıklı (1881-1965)

Çevrimiçi Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hacim_Muhittin_%C3%87ar%C4%B1kl%C4%B1

- Davet edildiği halde gelmeyenler ve askerden kaçanlar yakalandıklarında memleket dışına veya Yunan tarafına gönderilmesi.

Hiç şüphesiz, bu kongrenin toplanarak önemli kararların alınmasında, Hacım Muhittin Bey (Çarıklı)’in  büyük rolü bulunmaktaydı. Fakat Hacım Muhittin, direniş hareketinin bölgeselliğini koruması taraftarıydı. Çok geçmeden, Balıkesir Harekât-ı Milliye Kongresi olarak anılan II. Balıkesir Kongresi, üniformalı subaylarla birlikte 48 temsilciyle birlikte 26 Temmuz 1919’da toplandı. Balıkesir Mekteb-i Sultanisi’nde yapılan bu kongre 30 Temmuz’da sona erdi. Bu kongrenin aldığı en önemli karar, hareketin adının Harekât-ı Milliye Redd-i İlhak Heyeti’ne dönüştürülmesi idi. Ayrıca Yunan ordusu, vatandan kovulana kadar mücadelenin sürdürülmesi kararı alındı.

III. Balıkesir Kongresi (16-22 Eylül 1919), Sivas Kongresi’nden sonra gerçekleşti. Bilindiği gibi Sivas’ta direnişle ilgili merkezi örgütlenme kararı alınmıştı. Ne var ki III. Balıkesir Kongresi’ni düzenleyenler bu karardan pek memnun olmadılar. Çünkü onlar, yerel mücadeleden yanaydılar (İlgürel, 1999, s.123-124). Balıkesir Harekat-ı Milliye Redd-i İlhak Cemiyeti faaliyetlerini sürdürerek Dördüncü Balıkesir Kongresi (19-29 Kasım 1919)’ni düzenledi. Kongre başkanlığına Vehbi Bey (Bolak) seçildi. Mustafa Kemal Paşa’nın birlik çağrılarını dikkate almayan kongre, yine de müstakil olarak millî iradenin memleketin her türlü mukadderatına hâkim olması için mücadele edeceklerine söz verdiler. Bu arada, cemiyetin adındaki Redd-i İlhak yerine müdafaa-i hukuk olarak değiştirilmesi kararlaştırıldı ve İstanbul hükûmetine karşı daha kesin bir tavır alınmasına karar verildi. Sonunda kongre, Vehbi Bey başkanlığında yeni bir merkez heyeti

Sivas Kongresi’nden sonra 12 Eylül 1919’da Temsil Heyeti, kongre kararlarının kabul edilmesi ve seçimlerin bir an önce yapılarak meclisin açılması yönündeki taleplerini Damat Ferit Paşa Hükûmeti’ne iletmiş ve reddedilince de İstanbul-Anadolu telgraf haberleşmesi kesilmişti. Bu durum, Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nin sonunu getirmiş ve ardından Ali Rıza Paşa hükûmeti kurulmuştu(2 Ekim 1919). Aynı gün, Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa, 2 Ekim 1919’tabir genelge yayınladı. Şöyle ki (Atatürk I, 1987, s.194-195):

1. Yeni hükümet, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen amaç ve esaslara uyduğu takdirde, Kuvâ-yı Milliye ona yardımcı olacaktır.

2. Yeni hükümet, Millî Meclis toplanıncaya kadar milletin geleceği hakkında hiçbir şekilde taahhüde girmeyecektir.

3. Barış Konferansı’na seçilecek delegeler, milletin güvenini kazanmış kişilerden seçilecektir.

Resim 10: Bahriye Nazırı Salih Paşa (1864-1939)

Çevrimiçi Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Salih_Hulusi_Kezrak

İlk başta bu şartları kabulde tereddüt eden Ali Rıza Paşa hükûmeti, sonunda kabul etti. Bunda, işin başından beri millî hareketle birlikte hareket eden ve yeni hükûmette Harbiye Nazırı olan Mersinli Cemal Paşa’nın rolü büyüktü. Nitekim Cemal Paşa, 7 Ekim 1919’da Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgrafında, “millî iradeye aykırı harekat”tan uzak kalacaklarını bildirerek bu sözlü uzlaşmanın yazılı hale getirilmesin şart koşmuştu. Cemal Paşa’nın telgrafı Mustafa Kemal Paşa tarafından memnuniyetle karşılandı (Atatürk I, 1987, s.214-217). Sonunda taraflar, Amasya’da görüşmeyi kararlaştırdılar.

20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında yapılan bu görüşmelere İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa katılırken, Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ile Bekir Sami Bey Amasya’ya gelmişlerdi. Söz konusu görüşmeler, esas itibariyle Sivas Kongresi Beyannamesi maddeleri üzerinden yapılmıştı. Söz konusu görüşmelerin sonunda taraflar, üçü açık ve imzalı ve ikisi gizli ve imzasız beş protokol imzaladılar. Bu protokollerden birincisi: 21 Haziran’da Salih Paşa’nın teklif ettiği ve Temsil Heyeti’nce sakınca görülmeyen protokol idi ve şu hususları içermekteydi(Atatürk, III, 1987, s.1111-1113)

1. İttihatçılığın ve İttihat ve Terakki düşüncesinin memlekette tekrar uyanmaması siyaseten zararlıdır.

2. Hükûmet ile Millî Teşkilât arasında hiçbir anlaşmazlık kalmamıştır.

3. Vaktiyle millî teşkilata karşı çıktıklarından dolayı tutuklananlar varsa serbest bırakılmalı ve gerçek suçlular varsa yargılanmalıdır.

4,Tehcir dolayısıyla suçlu görülenlerin kanunen cezalandırılması adlen ve siyaseten gereklidir.

5. Dünya Savaşı’na girmenin doğru olup olmadığı hakkındaki tartışmalara hükümet karşı çıkmaz. Fakat bunu doğru bulan tartışmaların kesilmesi gereklidir. Çünkü bunu doğru bulanlar İtilaf devletlerine düşman, Almanlara dost olarak görülmesi korku yaratmaktadır.

6.Milletvekili seçimi serbestçe yapılmalıdır.

.7. Hükûmetin lehinde ve aleyhinde bir yazı yazılmayacaktır.

8. Taşkın mitingler ile ve makalelerden uzak durulmalıdır.

9. Güvenliği bozacak durumlardan kaçınılmalıdır.

Bu görüşmelerde, Temsil Heyeti’nin

Asıl Amasya görüşmeleri, Sivas kongresi beyannamesi maddelerinin görüşülmesiyle başladı. Taraflar, yapılan görüşmeler sonunda ortak bazı kararlar aldılar. Amasya protokollerinin ikincisinde yer olan bu kararlar şunlardan ibaretti (Atatürk, 1987, s. 242-249; Sertoğlu, 1968, s. 28-32):

1. Bilindiği gibi, Sivas Kongre Beyannamesi’nin birinci maddesinde “Mondros mütarekesi imzalandığında işgal edilmemiş topraklar” şeklinde bir sınır çizilmişti. Bu maddede öngörülen sınır, Türkler ile Kürtlerin birlikte yaşadıkları/yaşayacakları sınırdı. Ayrıca Kürtlerin, Osmanlı Devleti’nden ayrılmazlığı ifade edildikten sonra taraflar, bu sınırın en küçük talep olarak elde edilmesi ortaklaşa kabul edildi.

Batı Trakya meselesinde müstakil bir hükümet üzerinde uzlaşılırken, Edirne ve Meriç’e kadar sınırın müstakil bir hükümete verilecek olsa dahi kabul edilmemesi ortaklaşa kabul edildi.

2. Beyannamenin 4.maddesinde yer alan Müslüman olmayanlara siyasi ve sosyal dengeyi bozacak ayrıcalıkların verilmemesi kabul edildi.

3. Beyannamenin 7.maddesine göre yabancı bir devletten yardım alınması öngörülmektedir. Ancak bu yardımı alırken, bağımsızlık ve millî çıkarlar zarar görmemelidir.

4. Sivas kongresi beyannamesinin diğer maddeleri de Mebusan Meclisi’nin kabul etmesi şartıyla uygun görüldü.

Sonuç olarak Amasya görüşmeleri/protokolleri, bazı siyasi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki;

a) İstanbul Hükümeti, Temsil Heyeti’ni tanımıştır.

b) Sivas kongresi kararları İstanbul Hükûmeti tarafından kabul edilmiştir.

c) Seçimlerin bir an önce yapılarak Mebusan Meclisi’nin açılması kabul edilmiştir.

d) Temsil Heyeti-İstanbul Hükümeti yakınlaşmasına bakarak Kuva-yı Milliye karşıtı pek çok çevre ve kişi Millî Mücadele lehine fikrini değiştirmiştir.

10.7. Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’nin  Ankara’ya Gelişi

Sivas Kongresi’nden sonra Temsil Heyeti bir süre daha Sivas’ta kaldı. Bu süre içinde Temsil Heyeti, millî mücadelenin geleceğine ilişkin birtakım toplantılar yaptı. Millî Mücadele Tarihi’nde “Heyet-i Temsiliye Toplantıları” adı verilen ve 16-28 Kasım 1919 tarihleri arasında yapılan bu toplantılara, Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine Kazım Karabekir (15. Kolordu), Ali Fuat Cebesoy (20. Kolordu), Selahattin Bey (13. Kolordu), Şemseddin Bey (12. Kolordu Komutanı Fahrettin Altay yerine) gibi kolordu komutanları da katıldılar. Söz konusu toplantılarda, Mebusan Meclisi’nin nerede toplanacağı, Temsil Heyeti’nin yeni merkezinin neresi olacağı ve Paris Konferansı’nda Osmanlı Devleti aleyhinde bir karar alınırsa nasıl hareket edileceği gibi önemli meseleler görüşüldü. 16 Kasım toplantısında, Kazım Karabekir ve Rauf Bey’in görüşleri çerçevesinde Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasının daha uygun/meşru olacağı kararlaştırıldı (İğdemir, 1989, s.3-17). 18 Kasım’da yapılan toplantıda gibi sonunda, hareketin daha iyi yönetileceği batıda bir şehre gidilmesi kararı verilmişti. Bu meselede, Bursa, Söğüt, Konya, Eskişehir ve Ankara gibi şehir ve kazalar üzerinde durulmuş ve yeni merkez olarak Eskişehir yakınlarındaki Seyitgazi olması kararlaştırılmıştı. (İğdemir, 1989, s. 39-57; Baykal, 1989, s. 59). Her ne kadar Seyitgazi seçilmişse de Ali Fuat Paşa’ya göre, daha sonra Anadolu’nun tam ortasında bulunması, Ankara ve çevresinde millî hareketin güçlü olması ve o tarihlere kadar Batı Anadolu’daki milliyetçilere sığınak olması sebebiyle Ankara’nın merkez olması uygun bulundu (Cebesoy, 2000, s. 295). Ayrıca Ankara’nın Karadeniz üzerinden denizle bağlantı kurulacak en yakın konumda bulunması ve en önemlisi İstanbul’a demiryolu bağlantısı gibi sebepler de bu kararda etkili olmuştu.

Bu toplantıların ikinci konusu, barış konferansının Türkiye aleyhinde karar vermesi halinde nasıl hareket edileceği meselesi idi. Bu mesele, Heyet-i Temsiliye’nin 23 Kasım 1919 tarihli toplantısında ele alındı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre aleyhte bir karar, vatanın parçalanmasına sebep olacağı; devlet ve milletin istiklalinin de zor durumda kalacağı anlamına gelecekti. Bunun üzerine söz alan Kazım Karabekir ise bir vatan parçasının koparılması halinde ya tek başına veya genel bir savunma yapılacağını ve hatta geçici bir hükûmetin bile kurulabileceğini ifade etti (İğdemir, 1989, s.89-102). Bunun üzerine Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti, 18 Aralık 1919’da Sivas’tan ayrıldılar. Yaklaşık on günlük süren yolculuk sonunda Mustafa Kemal ve heyeti, 27 Aralık Cumartesi günü Ankara’ya geldi. Dikmen sırtlarında Kızılyokuş mevkiinde büyük bir bayram sevinciyle karşılanan Mustafa Kemal Paşa, hacı, hoca, talebe, esnaf, ağa ve seymen gibi halkın her kesiminden insanlardan oluşan büyük bir kalabalıkla hükûmet konağına geçti. Burada kurbanlar kesildi, dualar edildi ve ardından Mustafa Kemal Paşa, ikametlerine ayrılmış olan Ziraat Mektebi’ne gitti. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, kolordu kumandanlıklarına birer telgraf

Resim 11: Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da Seymenler tarafından karşılanışı

ÇevrimiçiKaynak: https://tr.pinterest.com/pin/507429082991439162/

göndererek “şimdilik Temsil Heyeti’nin merkezinin Ankara” olduğunu bildirdi (Cebesoy, 2000, s.301-303). Böylece Ankara, millî mücadelenin merkezi oldu.

Resim 12: Ankara’daki Ziraat Mektebi. Milli Mücadele’nin ilk dönemlerinde karargâh olarak kullanılmıştır.

Çevrimiçi Kaynak: https://isteataturk.com/Kronolojik/Tarih/1919/12/27/Mustafa-Kemal-Ankara-Ziraat-Mektebi-Binasinda-27121919/4

10.8. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı

Yukarıda belirttiğimiz üzere, Anadolu-İstanbul uzlaşmasının sonucu kurulan Ali Rıza Paşa Hükûmeti’nin ilk görevi, 7 Ekim 1919’da seçim kararnamesini yayınlanmak oldu. Bunun ardından, Meclis-i Mebusan seçimleri, iki dereceli olarak 15 Ekim’de İstanbul’da başlamış; 15 vilayet, 35 mülhak liva ve 16 müstakil livada yapılmıştı (Karaca, 2004, s.291). Bu seçimler, yaklaşık iki buçuk ay (15 Ekim-28 Aralık 1919) kadar sürmüştü. Bunun sebebi, mütareke ve işgal şartlarıydı. Mesela, Yunan ve Fransız işgal bölgelerinde izin verilmemesine rağmen zor da olsa seçimler yapılabilmiş; Antep, Urfa, Maraş ikişer, İçel ise bir milletvekili çıkarmışlardı. Ayrıca daha önceleri Meclis-i Mebusan’a temsilci göndermiş olmalarına rağmen Mondros mütarekesi sonrasında işgal edilmelerinden dolayı Musul, Beyrut, Suriye ve Halep vilayetleri ile Aralık 1918’den itibaren yeniden işgale uğrayan Kars, Ardahan ve Batum’da seçimler yapılamamıştı (Karaca, 2004, s.291-298).

Bu seçimlere sadece Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri katılmadı; Millî Türk Fırkası, Osmanlı Mesaî Fırkası, Ahrar Fırkası, Teceddüt Fırkası ile Osmanlı Çiftçiler Derneği gibi bazı parti ve dernekler de seçimlere girdiler. Bu fırka ve cemiyetlerden İstanbul’da seçime giren Millî Türk Fırkası ile Osmanlı Mesaî Fırkası’ndan birer aday, Anadolu’dan seçimlere katılmış olan Osmanlı Çiftçiler Derneği, Teceddüt Fırkası ve yine Millî Türk Fırkası’ndan bazı adaylar seçimleri kazandılar (Tunaya, 2003, s.34-35).

Ne var ki seçimlerin asıl galibi, Müdafaa-i Hukukçular idi. Bu seçimlerde, Mustafa Kemal Paşa (Erzurum) başta olmak üzere Rauf Bey (Sivas), Bekir Sami Bey (Amasya), Vasıf Bey (Sivas), İsmail Fazıl Paşa (Yozgat), Mersinli Cemal Paşa (Isparta), Hüsrev Bey/Gerede (Trabzon), Hamdullah Suphi Bey (Antalya) Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na seçildiler (MMZC I, 1336/1920, s.3-4; Goloğlu, 1970, s. 295-303). Bu arada, Mustafa Kemal Paşa, boş durmamış; seçilen bir grup milletvekilini Ankara’ya çağırarak Meclis-i Mebusan’da vatanın bütünlüğü ile devlet ve milletin bağımsızlığını korumak ve savunmak amacıyla bir grup kurulması talimatını vermişti. Adı da müdafaa-i hukuk grubu olacaktı. Bunda amaç, mecliste etkinlik sağlayarak Meclis-i Mebusan üzerinden lideri olduğu Millî Mücadele hareketi için iç siyasi meşruiyet kazanmak idi.

Bu seçimler, “Mütareke ve İşgal Altında Bir Seçim” idi. Ayrıca milletin kendi iradesine sahip çıkmasının bir göstergesiydi. Aynı zamanda, Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’nin millî irade ve meşruiyetçi anlayışa ne kadar uyduklarını ortaya koymuştu.

Resim 13: Son Osmanlı Meclis-i Mebusan

ÇevrimiçiKaynak: https://www.sabah.com.tr/egitim/2017/01/19/meclis-i-mebusan-nedir-ne-zaman-kurulmustur

Resim 14: Celalettin Arif Bey (1875-1928)

Çevrimiçi Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Celalettin_Arif

Sonunda, Osmanlı Meclis-i Mebusanı, İstanbul’un Fındıklı semtindeki binasında (bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi), 12 Ocak 1920’de açıldı. Sultan Vahdeddin hasta olduğu için açılışa gelemedi ama açılış nutku, Dâhiliye Nazırı Damat Şerif Paşa tarafından okundu. Daha sonra, eski Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, Meclis-i Mebusan, eski Sadrazam Tevfik Paşa da Meclis-i Ayan başkanlığına seçildi (Türkgeldi, 1987, s.252-254). Son Meclis-i Mebusanı’nın özelliği, çoğunluğunu Müdafaa-i Hukukçuların oluşturmasıydı.

Bu açılış, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın son açılışıydı. Çünkü bu açılış, ülkenin önemli bir kısmının İtilaf devletlerinin işgali altında olduğu bir döneme denk gelmişti. Yine de bu meclis, Misak-ı Millî Beyannamesini kabulünü ve ilanını gerçekleştirmekle tarihi bir görevi yerine getirmiştir. Söz konusu meclis, İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgalinden (16 Mart 1920) iki gün sonra, 18 Mart 1920’da faaliyetlerini tatil etti. Sonunda ise 11 Nisan’da Sultan Vahdeddin tarafından feshedildi.

10.9. Misak-ı Millî

Şurası bir gerçek ki İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya), son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın açıldığı sıralarda (Ocak-Şubat 1920), İstanbul ve Boğazlar başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin geleceğini tartışmaktaydılar. Hatta İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’ne dikte ettirecekleri “barış antlaşması”nın maddelerini belirlemeye başlamışlardı (Akşin, II, 1992, s.221-222).

Resim 15: Misak-ı Milli’nin birinci ve ikinci maddesi

Çevrimiçi Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/M%C3%AEs%C3%A2k-%C4%B1_Mill%C3%AE

Hiç şüphesiz bu gelişmeler, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na seçilerek doğrudan İstanbul’a gelmiş olan bazı milletvekilleri tarafından takip edilmekteydi. Onlar, kendi aralarında toplantılar yapmakta ve Osmanlı Devleti’nin geleceğine ilişkin endişelerini dile getirmekteydiler. Ortak düşünce, ülkenin çok vahim ve zor durumda olduğu idi. Bu toplantıların birinde konuşan eski vali ve dilbilimci Hüseyin Kazım Kadri Bey’e göre artık “geleceğe ilişkin milletin isteklerini dünyaya duyuracak bir beyanname” Meclis tarafından hazırlanmalı ve müzakere edilmeliydi (Hüseyin Kazım Bey, 1991, s. 164-165). Aynı şekilde Yenigün gazetesi başyazarı Yunus Nadi de Türklerin bir barış programı olması gerektiğini savunmaktaydı. (Yunus Nadi, 1336, s. 1) .Ona göre bu işi yapacak kurum ise Meclis-i Mebusan idi. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa da Meclis-i Mebusan’a seçilen bir grup milletvekilini Ankara’ya çağırmış ve memleketin durumuyla ilgili görüşlerini dile getirerek orada izlenecek yol haritasının esaslarını anlatmıştı. Hatta genel kabul gören anlayışa göre, Misak-ı Millî  beyannamesinin esaslarını bildirmişti. (Budak, 2002, s.144-147).

İlk olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı bir barış programının esaslarını belirlemeye karar verdi. Meclis, bir Misak-ı Millî Komisyonu kurdu. Bu komisyon, İsmail Fazıl Paşa (Ali Fuad Cebesoy’un babası) başkanlığında, Abdülaziz Mecdi Efendi, Rauf Bey, Celal Nuri Bey (İleri)Rıza Nur Bey, Yusuf Kemal Bey (Tengirşek)’in aralarında bulunduğu on kişiden ibaretti. Bu komisyonun amacı, Osmanlı Devleti’nin geleceğinin görüşüldüğü bir zamanda “Osmanlı Devleti’nin barış şartlarını hazırlamak” idi. Komisyon, Ankara’dan Müdafaa-i Hukukçuların getirdiği bir metin üzerinde çalışmalarına başladı. Sonunda adı geçen komisyonun hazırladığı Misak-ı Millî beyannamesi, 28 Ocak 1920’de, Mebusan Meclisi’nin resmî olmayan/özel bir toplantısında kabul edildi. 121 milletvekilinin imzaladığı bu beyanname,17 Şubat 1920’deMeclis-i Mebusan’da okunduktan sonra tüm dünyaya duyuruldu(Budak, 2002, s.147-149)

Resim 16: Misak-ı Milli haritası

Harita:Mustafa Budak, Misak-ı Milli’den Lozan’a İdealden Gerçeğe Türk Dış Politikası, 5. Baskı, İstanbul, Küre Yayınları, 2014.

Ahd-i Millî ve Peyman-ı Millî olarak da adlandırılan Misak-ı Millî beyannamesi başlangıç kısmı ve altı maddeden oluşmaktadır. Bu maddeler şunlardır (Budak, 2002, s.155-158; MEB, 2015, s.32-37):

1. Osmanlı Devleti’nin Arap çoğunluğunun yaşadıkları yerler olup 30 Ekim 1918 tarihli mütarekenin (Mondros) imzalandığı tarihte düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının geleceği halkının serbest oylarıyla belirlenmesi gerekeceğinden mütareke hattının içinde ve dışında dinen, örfen/ırken, emelen birlik halinde yaşayan Osmanlı–İslam çoğunluğun yaşadığı yerler hakikaten bölünmez bir bütündür.

2. Halkının ilk serbest kaldıkları zamanda oybirliği ile anavatana katılmayı kabul etmiş olan Kars, Ardahan, Batum (Elviye-i Selase) için gerekirse, yeniden halkoyuna başvurulmasını kabul ederiz.

3. Türkiye barışına bağlanan Batı Trakya’nın hukuki vaziyetinin belirlenmesi de ora halkının serbestçe ortaya koyacakları karara göre olmalıdır.

4. Hilafet-saltanat ve Osmanlı hükûmet merkezi olan İstanbul şehri ve Marmara denizinin güvenliği her türlü tehlikeye karşı korunmalıdır. Bu esas korunmak şartıyla İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ticaret ve ulaşıma açılması konusunda bizimle, ilgili diğer devletlerin birlikte verecekleri karar geçerlidir.

5. İtilaf devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştırılan esaslar çerçevesinde azınlıklar hukuku civar ülkelerdeki Müslüman ahalinin aynı hukuktan yararlanmaları şartıyla bizim tarafımızdan korunacaktır.

6. Millî ve iktisadi gelişmemizi mümkün kılmak ve daha çağdaş ve muntazam idareyle işlerimizi yürütmek için her devlet gibi bizim de gelişmemizi sağlama yolunda istiklal ve tam serbest olmamız hayat ve bekamız için temel esastır.

Bu sebeple, siyasi, adli, mali ve diğer gelişmelerimize engel sınırlamalara (kapitülasyonlara) karşıyız. Gerçekleşecek borçlarımızın ödeme şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır.

Sonuç olarak Misak-ı Millî beyannamesi, İtilaf Devletlerinin barış şartlarına karşılık Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından hazırlanan “Türkiye’nin en az barış şartları”dır. Atatürk için Misak-ı Millî beyannamesi, “Milletin emel ve amaçlarını içeren kısa bir program” idi (Nutuk, I,1987, s. 360) .Atatürk’ün bir başka ifadesiyle Misak-ı Millî, barış imzalamak için en uygun ve en az şartları bir araya getiren bir program idi (Yalman II, 1970, s.264). ”Her ne kadar Misak-ı Millî, barış şartları anlamına gelse de amacının bağımsızlık olmasından dolayı “Türklerin bağımsızlık bildirisi” şeklinde de tanımlanmıştır.

10.10. İstanbul’un  Resmen İşgali

1920 yılı başlarında, İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’nin geleceği ve özellikle Boğazların statüsü üzerinde görüşmeler yapmaktaydılar. Özellikle, Lloyd George başkanlığındaki İngiliz Hükûmeti, İstanbul ve Boğazların Türklerden alınmasını istiyordu. Buna karşılık İngiliz askeri ve ekonomik çevreleri buna karşıydı. Çünkü onlara göre, bu işgal, Türkleri Bolşeviklere yaklaştıracak ve bu da Anadolu’daki İngiliz çıkarlarını zedeleyecekti. Daha da önemlisi, hilafet açısından Hindistan Müslümanları buna karşı çıkacaktı. Sonunda İngiliz hükûmeti, 12 Ocak’ta, Osmanlı Hükümeti’ni İstanbul’da bırakma kararı aldı. (Şimşir, I, 1992, s.300-309; Jaeschke, 1991, s.54). Fransızlar ise bu konuda kararsız olup daha ziyade ekonomik meselelerle ilgileniyorlardı.

Diğer taraftan Anadolu’da Kuva-yı Milliyeciler giderek güçlenmekteydiler. 27 Ocak 1920’te, Fransızların kontrolündeki Akbaş Cephaneliği baskını gerçekleşmiş, (İlgürel, 1982, s.271-282) 11 Şubat’ta, Maraş Fransızlardan kurtarılmıştı (Akbıyık, 2015, s.220-230). 17 Şubat’ta ise, son Osmanlı Meclis-i Mebusanı Misak-ı Millî’yi ilan etmişti. Bütün bu gelişmeler, Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Anadolu’daki Millî Mücadele hareketinin giderek güçlendiğini ortaya koyuyordu.

Bunun farkında olan İtilaf Devletleri Doğu sorununu görüşmek için 12 Şubat’ta Londra’da toplandılar. I. Londra Konferansı (12 Şubat-10 Nisan 1920) olarak anılan bu konferansta İtilaf Devletleri, uzun tartışmalardan sonra İstanbul’un resmen işgaline karar verdiler. Ayrıca Osmanlı Hükûmeti’nden Mustafa Kemal Paşa’yı tutuklaması istenecekti. Öyle ki bu işgal, barış şartları uygulanıncaya kadar devam edecekti. Bu kararlar çerçevesinde İstanbul’daki İtilaf Devletleri Yüksek komiserleri adına İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Robeck 7 Mart’ta Lord Curzon’a gönderdiği yazıda, polis, jandarma ve telgraf-posta gibi önemli kurumları kontrol etmek suretiyle şehrin yönetiminin kendilerine devredilmesi, milliyetçi önderler ile tehlikeli İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin tutuklanması ve Osmanlı Parlamentosu’nun kapatılması gibi sert tedbirlerin alınmasını önerdiler. Bu tekliflere karşılık Lord Curzon, 10 Mart’ta verdiği cevapta, sivil yönetimi üstlenme ile Meclisi dağıtma gibi girişimlere karşı olduğunu bildirdi. (Sonyel I, 1973, s.205-207; Okur ve Küçükuğurlu, 2006, s.169-172) . 13 Mart’da ise Amiral Robeck’e, İstanbul’un resmen işgal edilmesi talimatını gönderdi. Bunun üzerine İstanbul 16 Mart’ta İtilaf kuvvetleri tarafından resmen işgal edildi.

Cevabı biliyor musunuz? Buraya ekleyin!

Cevabı bulamıyor musunuz?

Google ile giriş yap

veya

Şifrenizi mi unuttunuz?

Hesabım yok ve şunu yapmak istiyorum: Kayıt ol

Bir dil veya bölge seçin
How much to ban the user?
1 hour 1 day 100 years