Konu:
TarihYazar:
braelynhoustonOluşturulma Zamanı:
1 yıl önceCevap:
Açıklama:
buyur
İTALYAN FAŞİZMİ VE TARİHSEL GELİŞİMİ
ITALIAN FASCISM AND ITS HISTORICAL DEVELOPMENT
Abdül Samet ÇELİKÇİ* Can KAKIŞIM**
Özet
Faşizm, 1922 yılında, liderliğini Benito Mussolini’nin yaptığı Ulusal Faşist Parti’nin
iktidara gelmesinden, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemde İtalya’da hakim
olan diktatörlük rejiminin resmi adıdır. İtalya, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kazanan
safta yer almış ancak istediğini elde edememiştir. Bu durumun yarattığı hayal kırıklığı
ve süregelen ekonomik ve siyasi istikrarsızlık faşizmin İtalya’da iktidara gelmesinde en
önemli etkenler olmuştur. Faşist yönetim, İtalya’da iktidara geldikten sonra ülke içerisinde
toplumsal hayatın her alanını kontrol altında tutmak istemiş ve buna yönelik adımlar atmıştır. Dış politikada ise saldırgan bir tutum sergileyen faşist yönetim, İtalya’nın uluslararası
arenada son derece olumsuz bir imaja sahip olmasına neden olmuştur. Totaliter bir rejim
niteliğine sahip olan İtalyan Faşizmi, İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda mağlup olmasıyla
sona ermiştir. Bu makale İtalyan Faşizmi’nin temel özelliklerini, dünya siyasetindeki yerini
ve doğurduğu sonuçları incelenmeyi hedeflemektedir. Bunu hedefe ulaşmak için, öncelikle
İtalya’da faşizmin iktidara nasıl geldiği, iktidar süresi boyunca iç ve dış politikada nasıl bir
yönetim şekli benimsediği anlatılmaya çalışılacaktır. Ardından, İtalyan Faşizmi’nin temel
özellikleri belirtilip, Alman Nazizmi’yle olan fark ve benzerlikleri kısaca anlatılacaktır. Son
olarak ise İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde İtalyan Faşizmi’nin diğer ülkelere nasıl bir
model oluşturduğu konusuna değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Faşizm, italyan faşizmi, mussolini, italya, ikinci dünya savaşı.
Abstract
Fascism is the official name of the dictatorship regime which dominated in Italy from
the beginning of National Fascist Party rule in 1922 under the leadership of Benito Mussolini, until the end of the Second World War. Although Italy had been in the winning side
∗ Arş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected]
** Arş. Gör., İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
84Y
in the First World War, it could have not obtained its demands from the war. The disappointment originated from these conditions and ongoing economic and political instability were
the most important factors which enabled fascism to come to power in Italy. After it gained
the power, fascist government sought to keep every aspects of the social life under control
in the country and took steps towards this aim. Furthermore, fascist government pursued an
aggressive foreign policy and created a negative image of Italy in the international arena.
Italian Fascism which was totalitarian in character, ended with the defeat of Italy in the
Second World War. This article aims to examine the basic characteristics of Italian Fascism,
its place in the world politics and its consequences. To achieve this goal, it will be tried to
explain how fascism came into power in Italy and what kind of domestic and foreign policies fascist government pursued during its rule. Then, the fundamental features of Italian
Fascism will be presented, and its differences and similarities with German Nazism will be
briefly explained. Finally, it will be dealt with that how Italian Fascism has set a model for
other countries in post Second World War era.
Key Words: Fascism, italian fascism, mussolini, italy, second world war.
Giriş
Faşizm adı, eski Roma’da birlikten güç doğduğunu simgeleyen ve İtalyanca’da fascio
olarak bilinen bir baltaya bağlanmış sopa demetinden gelmektedir (Borsella, 2007: 35).
Bununla birlikte faşizm, İkinci Dünya Savaşı’na giden süreçte ve savaş sırasında hâkim
olan, İtalyan milliyetçi retoriğine dayanan diktatörlük yönetimine verilen addır. Benito Mussolini’nin 1922’de iktidarı kazanmasından sonra İtalya’nın resmi ideolojisi olan
faşizm bu özelliğini uzunca bir süre koruyacaktır. Bu tarihten, İkinci Dünya Savaşı’nın
sonuna kadar uzanan süreç faşizmin bir devlet rejimi olarak açıkça kullanılabildiği tek
dönemdir. Öte yandan, İtalya dışında herhangi bir rejim, siyasi parti ya da akım ne iki
savaş arası dönemde ne de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde kendisini faşist olarak
isimlendirmiştir. Buna karşın, faşizm kavramı hem iki savaş arası dönemde Avrupa’da
yükselen diktatörlük rejimlerini nitelemek için hem de İkinci Dünya Savaşı’nın nasyonal
sosyalist ideolojinin bozguna uğramasıyla sona ermesinden beri, demokrasi, özgürlük,
insan hakları gibi yeniçağın evrensel değerlerini benimsemediği düşünülen bütün rejim,
örgütsel yapılanma veya fikir akımlarını içerecek genişlikte bir kavram, bir gerilik söylemi olarak kullanılmaktadır. Bu bağlamda, İtalyan Faşizmi hem iki savaş arası dönemin
diktatörlük yönetimleri hem de İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde yer yer söz konusu
olacak baskıcı yönetim biçimleri için bir model teşkil etmiştir.1
1 Her ne kadar iki savaş arası dönemde Portekiz, Almanya, İspanya gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde
ise Arjantin ve Şili gibi ülkelerde yükselen diktatörlük rejimleri “faşist” olarak nitelendirilseler de bu rejimler
kendilerini farklı isimlerle adlandırmışlardır. Ayrıca, faşizmin 1922-1945 yılları arasında İtalya’da egemen olan
rejime özgü bir kavram mı olduğu yoksa genel olarak bir rejim kategorisi içerisinde mi değerlendirilmesi gerektiği
konusu hala tartışılmakla beraber, söz konusu rejimlerin ayırt edici özelliklerinden yola çıkılarak, faşizm genel
bir rejim kategorisi ya da bir ideoloji olarak ele alınabilmektedir. Faşizmi tanımlama sorunu için, bkz. Örs (2010:
480-486).
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
85
İşte bu bakımdan, İtalyan Faşizmi derinlemesine çalışılması, tarihsel süreci ve fikri
dinamikleri dikkatlice irdelenmesi gereken bir ideolojidir. Bu çalışmanın amacı, İtalyan
Faşizmi’nin doğasını, dünya siyasi tarihindeki yerini ve doğurduğu sonuçları eleştirel
ve analitik bir bakış açısıyla incelemektir. Bu amaca ulaşmak için, öncelikle faşizmin
İtalya’da iktidara geliş süreci üzerinde durulacak, bu ideolojinin İtalya’da kazandığı halk
desteğinin arkasında yatan sebepler neden-sonuç ilişkileri bağlamında irdelenecektir.
İkinci bölümde, Mussolini yönetiminin diktatörlüğünü sürdürmek için yurtiçinde ne gibi
politikalar takip ettiği araştırılacak, bu noktada faşist iktidarın idare şekli hakkında bilgi
verilecektir. Sonraki bölümde, İtalyan Faşizmi’nin dış politikası incelenecek ve Mussolini yönetiminin saldırgan milliyetçiliğe ve güç kullanımına dayanan stratejilerinin İkinci
Dünya Savaşı’na giden yolda oynadığı rol üzerinde durulacaktır. Dördüncü ve son bölümde ise, bu tarihsel bilgiler ışığında İtalyan Faşizmi’nin temel özellikleri ortaya konulacak, bu arada Alman Nazizmi’yle olan fark ve benzerliklerine değinilecek, ardından
da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başka ülkelere nasıl bir model oluşturduğu ve faşizm
kavramının hangi bağlamda kullanıldığı konusu ele alınmaya çalışılacaktır.
Faşizmin İtalya’da İktidara Geliş Süreci
Sosyalist yönetim şeklinin Rusya’da iktidara gelmesi gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın
sona ermesiyle dünya siyaset sahnesine çıkan yeni rejimlerden biri de İtalyan Faşizmi
olmuştur. Rusya’dakine benzer biçimde, İtalya’da faşist iktidarın kurulmasında da savaş
sırasında ve sonrasında iç düzende yaşanan karışıklıklar, ekonomik darboğaz, siyasi partilerin etkisizliği ve çeşitli memnuniyetsizlikler önemli rol oynamıştır (Armaoğlu, 2010:
217; Sander, 2004: 23-24).
Birinci Dünya Savaşı’na giden yolda Üçlü İttifak çatısı altında Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları ile aynı tarafta yer almış olan İtalya, savaşın başlamasıyla
birlikte saf değiştirmiştir. İtalya, Üçlü İtilaf devletleriyle yaptığı pazarlıklar sonucu bu
kampa katılmayı çıkarlarına daha uygun bulmuş ve bu ülkelerle 1915 Londra ve 1917
St. Jean de Maurienne Antlaşmaları’nı imzalamıştır. Londra Antlaşması’na göre İtalya
Almanya’nın Afrika’daki sömürgelerinden pay kazanacak, ayrıca Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu ve Yugoslavya’dan önemli toprak kazanımları sağlayacaktı. Öte yandan
St. Jean de Maurienne Antlaşması’yla İtalya’nın, İzmir’i de içeren bütün bir Güney Batı
Anadolu bölgesinde, yani Osmanlı toprakları üzerinde hâkimiyet kazanması da öngörülmüştü (Sander, 1997: 275-278; Armaoğlu, 2010: 217).
Müttefiklerinin Dünya Savaşı’nı zaferle sonlandırmaları, İtalya’da beklentilerine ulaşabilecekleri anın geldiği düşüncesini doğurmuştu. Fakat İtalya, Paris Barış Konferansı’nın ilk günlerinden itibaren ciddi hayal kırıklıklarıyla karşılaşmıştır. Londra Antlaşması’nın ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından tanınmamasıyla savaş sonrasında
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
86Y
Alman sömürgelerinin dağıtımında İtalya’ya hiçbir pay ayrılmamış, St. Jean de Maurienne Antlaşması ise Rusya’nın onayı olmadığı için yürürlüğe konmamıştır (Armaoğlu, 2010: 217). Zaten bu durum, İtalya’nın Akdeniz’de etki alanını genişletmesine sıcak
bakmayan müttefiklerinin de işine geliyordu. Bu bağlamda, İtalyan halkı savaşta yaşadığı
zorlukların ve yaptığı fedakârlıkların karşılığını alamamış, bu da kamuoyunda İtalya’nın
müttefikleri tarafından oyuna getirildiği düşüncesinin yayılmasına sebep olmuştu (Tarchi, 2000: 297).
Gerçekten de, İtalya savaşın galibi olan tarafta yer alıyor olmasına karşın, savaştan
sonra yenik bir ülke görünümündeydi. Savaştan mağlup ayrılmış ülkelerdeki huzursuzluk
ve hoşnutsuzluk havasına benzer bir atmosfer 1919 yılı başlarından itibaren tüm İtalya’yı
kaplamıştı (Carocci, 1965: 6). Savaşta ordu yüz binlerce kayıp vermişti. Savaş sona erdiği
zaman ise iç durum iyice kaotik bir hal almıştı. Öncelikle önemli ekonomik sıkıntılar söz
konusuydu. Savaş sırasında ciddi yatırımlar yapan sanayi işletmeleri talep azalmasından
dolayı iflas noktasına gelmişlerdi. İtalyan halkı işsizlik baskısı altında maddi ve manevi
bir huzursuzluk içindeydi. Bu ortamda, sosyalist fikir akımları da İtalyan siyaset sahnesinde açıkça boy göstermeye başlamış ve önemli ölçüde taraftar kazanmışlardı. Bolşevik
Devrimi’nin de tesiriyle işçiler gerek ekonomik gerekse de politik kazanımlar için mücadele içine girmişlerdi. Grevler birbirini kovalıyor, fabrikalar işçiler tarafından işgal ediliyordu (Örs, 2010: 499). İç politik yapıda ciddi sıkıntılar söz konusuydu. Zaten otoritesini
de kaybetmiş olan hükümetler peş peşe değişerek (1919-1922 yılları arasında İtalya’da
dört hükümet değişmiştir) tam bir siyasi istikrarsızlık örneği ortaya koymaktaydılar (Armaoğlu, 2010: 217-218).
İtalya’da faşist yönetim, hâkimiyetini işte böylesi karmaşık ekonomik ve politik şartlardan faydalanarak kurmuştur. Liderliğini Benito Mussolini’nin yaptığı faşist hareket
1919 yılında Savaş Demetleri (Fascio di Combattimento) adıyla doğmuştu. İtalya’nın
buhranlı toplumsal yapısının bir ürünü olarak ortaya çıkan Savaş Demetleri hem sol
akımlara hem de liberal demokrasiye karşı olan milliyetçi çeteler görünümündeydi. Bu
çetelerin Kasım 1921’de Roma Kongresi’nde birleştirilmeleriyle Ulusal Faşist Parti (Partito Nazionale Fascista) vücuda getirilmiştir (Örs, 2010: 499). Otoriter bir düzene taraftar
olan Faşist Parti aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı sırasında İtalya’ya verilmiş olan
vaatlerin yerine getirilmesi için de gayret sarf ediyordu. Ciddi ekonomik ve politik sıkıntılar içindeki İtalya’da çeşitli sağcı gruplar kısa süre içinde Faşist Parti’nin bünyesinde
toplanmıştı. Çünkü Mussolini hem ülkenin içinde bulunduğu sorunları çözme vaadinde
bulunuyor hem de Roma İmparatorluğu’nun güçlü dönemlerine atıf yaparak, 1871’de
ulusal birliğini sağladığı zamandan beri üst düzey Avrupa devletlerinden biri sayılmak
arzusunda olan İtalyan halkının milliyetçi hislerine ustaca hitap ediyordu (Sander, 2004:
25). İtalyan halkı bu dönemde, Mussolini’nin “Proleter Ulus” kavramında ifadesini bulan toplumsal bir eziklik duygusuna teslimdi (Sander, 2004: 113). Savaş Demetleri’nin
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
87
gençlik teşkilatı olarak kurulan ve Kara Gömlekliler (Squadristi) olarak anılan örgüt ise
politik karşıtlara karşı savaş açmış, özellikle komünist gruplarla ve grevci işçilerle çatışmaya başlamıştı. Zaten o dönemde, faşist hareket bir bütün olarak politik-bürokratik bir
oluşumdan daha ziyade bir paramiliter örgüt görünümündeydi (Mann, 2004: 95). Fakat
grup üye sayısını sürekli olarak da arttırmaktaydı (bkz. Tablo 1) (Tarchi, 2000: 307).
Tablo 1. Savaş Demetleri’nin (Fascio di Combattimento) Üye ve Grup Sayısı,
1919-1922
Ay/Yıl Üye Sayısı Grup Sayısı
Aralık 1919 870 31
Aralık 1920 20,615 88
Mart 1921 80,476 317
Nisan 1921 98,399 471
Mayıs 1921 187,098 1,001
Haziran 1921 204,506 1,192
Temmuz 1921 209,385 1,228
Ağustos 1921 212,919 1,253
Eylül 1921 213,631 1,268
Ekim 1921 217,072 1,311
Kasım 1921 217,256 1,318
Aralık 1921 218,453 1,333
Nisan 1922 219,792 1,381
Mayıs 1922 322,310 2,124
Aralık 1922 299,876 3,424
Faşist hareketin lideri Benito Mussolini 1883’te, İtalya’nın Forli kasabasında dünyaya
gelmişti. Tam adı Benito Amilcare Andrea Mussolini’dir. Benito ismi Meksikalı devrimci
Benito Juárez’den, Andrea ve Amilcare isimleri ise İtalyan solunun önde gelen isimleri
Amilcare Cipriani ve Andrea Costa’dan esinlenilmişti. Bu isimler babasının sol siyasi
düşünüşünün yansımalarıydı (Neville, 2004: 16). Mussolini babasının siyasi düşüncelerinin etkisiyle siyasi hayatına sosyalist olarak başlamış, ilk eylemlerini de bu düşünce
doğrultusunda gerçekleştirmiştir (Öndeş, 1976: 59). Mussolini gençlik yıllarında İtalyan
Sosyalist Partisi’ne girecek ve kısa zamanda partinin dikkat çeken isimlerinden biri haline gelecektir. Mussolini bu dönemde partinin sendikalist kanadında bulunmakta ve parti
gazetesi olan Avanti!’de görev almaktaydı (Neville, 2004: 29). O dönemdeki siyasi düşünüşüne örnek vermek gerekirse, kendisi İtalya’nın Libya’yı işgalini emperyalist bir
savaş olarak değerlendirerek şiddetle protesto etmiş ve Birinci Dünya Savaşı’nın başında
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
88Y
partinin savaş karşıtı manifestosunu da imzalamıştır (Delzell, 1970: 3). Fakat savaşın
hız kazanmasıyla birlikte, Mussolini’nin fikriyatı oldukça keskin biçimde değişecek ve
sosyalizmden faşizme kayan bir çizgi izleyecektir.
Mussolini Birinci Dünya Savaşı’nda, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun idaresinde bulunan bir kısım toprakların İtalya’ya dâhil edilmesi ve savaşın İtalyan birliğinin
tam ve kesin biçimde sağlanması için bir fırsat olarak değerlendirilebileceği yönündeki
fikirlerinden ötürü savaş karşıtlarının çoğunlukta olduğu Sosyalist Parti’den çıkartılmıştır
(Gregor, 1979: 189). Mussolini bu tarihten sonra sol fikir akımları ve işçi hareketlerine
tam anlamıyla muhalif hale gelecektir. İtalya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra içine
düştüğü siyasal düzensizlik, toplumsal karmaşa ve yoksulluk ortamı içinde Mussolini
artık sosyalizmi bir kenara bırakarak saldırgan milliyetçiliğe dayanan otoriter bir iktidarın İtalyan toplumuna getireceği yararların sözcülüğünü yapmaya başlamıştır. Mussolini
ve yandaşları bu dönemde İtalyan devleti ve İtalyan milleti arasında bir ayrım yapmaya
da özel olarak önem vermişlerdir. Onlara göre İtalya devleti, üst sınıfların ve yabancı
hükümetlerin tercihleriyle oluşturulmuştu ve liberal devlet adamları sadece toplumun üst
kesimlerini temsil etmekteydi (Mann, 2004: 94).
Faşist Parti, 1921 seçimlerinde Parlamento’ya 37 milletvekili sokmayı başarmıştır
(bkz. Tablo 2) (Tarchi, 2000: 306). Özellikle bu seçimlerden sonra faşist düşüncenin halk
kitleleri arasında daha etkili hale geldiğini söylemek mümkündür. İtalyan halkı, ülkenin anarşik durumunda çareyi faşizme sarılmakta bulmuştu. Bununla birlikte, Monarşi
ve Vatikan, savaş sonrası dönemin gittikçe kuvvetlenen sol fikir akımlarından oldukça
rahatsız oluyor ve bu durum onların da Faşist Parti’ye destek vermesine sebep oluyordu
(Armaoğlu, 2010: 218). Nisan 1921’de faşist grubun 100 bin üyesi varken bu rakam aynı
yılın Kasım ayında 320 bine çıkmıştır (Mann, 2004: 95).
Tablo 2. İtalya Seçim Sonuçları, 1919-1924
16.11.1919 15.05.1921 05.04.1924
%
Kazandığı
%
Kazandığı
%
Kazandığı
Sandalye Sandalye Sandalye
Radikal Parti 1,9 12
Sosyalist Parti 32,3 156 24,7 123 5,9 24
Cumhuriyetçi Parti 2,1 9 1,9 6 1,6 7
Bağımsız Sosyalistler 0,6 1 0,6 1
Reformcu Sosyalist Parti 1,4 6 4,9 22
Ekonomi Partisi 1,5 7 0,8 5
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
89
Gazi Askerler 4,1 20 1,2 7
Halk Partisi 20,5 100 20,4 108 9,1 39
Komünist Parti 4,6 15 3,8 19
Faşist Parti 0,4 37 66,5 375
Sloven Azınlığı 0,6 5
Alman Derneği 0,7 4
Sardunya Hareket Partisi 0,5 3
Diğerleri 0,4 5,4 34
Toplam Sandalye 508 535 535
1922 yılının Ağustos ayına gelindiğinde, işçilerin genel grevinden dolayı ekonomik
yaşam adeta kilitlenme noktasına gelmişti. Giovanni Giolitti, Ivanoe Bonomi ve Luigi
Facta’nın oluşturduğu liberal hükümet ise ülkedeki anarşi ortamıyla baş etmede büsbütün
başarısızdı. Bu durum üzerine Mussolini, Kral III. Victor Emmanuel’i ülke yönetimini
kendisine devretmesi için açıkça tehdit etmiş, Kral ise, Faşist Parti’nin Kara Gömleklileri
Napoli’den Roma’ya bir yürüyüş yaparak hükümet darbesine hazırlanınca, hükümeti Faşist Parti’ye vermekten başka çare bulamamıştır (Tarchi, 2000: 317). Mussolini 29 Ekim
1922’de 39 yaşındayken, ülkenin gelmiş geçmiş en genç başbakanı olmuştur. Bu tarih,
İtalya’da Mussolini’nin faşist diktatörlüğünün başlangıcı olmuş ve bu yönetim 1943’e
kadar kesintisiz devam etmiştir.
Faşist Diktatörlük Altında İtalya
Benito Mussolini Faşist Parti’nin verdiği iktidar mücadelesinde farklı eğilimlerden
geniş kitlelere ulaşmaya önem vermiş, bu yolda liberal kesimlerin de desteğini kazanmıştı. Fakat Mussolini, iktidara geldikten sonra ülkede diktatörlüğünü kuracak adımları
kararlılıkla atmaya başlamıştır. Mussolini öncelikle seçim kanununu değiştirmiş ve yeni
kanunun çizdiği çerçevede yapılan seçimlerde oy oranını arttırarak iktidarını sağlamlaştırmıştır. Hükümetin kolluk kuvvetlerine verdiği geniş yetkiler sayesinde İtalya’nın bir
polis devleti haline gelmesi sağlanmıştır. Basın özgürlüğü ortadan kaldırılmış, kitapların
ve süreli yayınların yoğun biçimde sansürlenmesi uygulamasına geçilmiştir. Devletin faşistleştirilmesi sürecinde, 1925 yılının başından 1926 yılının sonuna kadar çeşitli yasalar
çıkarılmıştır. Bu çıkarılan yasalar ile hükümete kararname çıkarma konusunda çok geniş
yetkiler tanınmış, ayrıca Mussolini, parlamentodan bağımsız sadece Kral’a karşı sorumlu
bir lider konumuna gelmiştir. Öte yandan, yasalarda yapılan değişikliklerle bürokrasiye
faşist bir kimlik kazandırılmış, yurt dışına göç yasaklanmış, öncesinde göç edenler ise vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Bunlardan başka, faşist rejime karşı suç işleyenleri yargılamak
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
90Y
için özel bir mahkeme kurulmuş ve bu suçlular idama mahkum edilmiştir (Carocci, 1965:
35-36; Örs, 2010: 500).
1925 yılında, Faşist devletin spor, kültür ve eğlence örgütü Dopolavoro2
kurularak
hem ideolojinin halk tabanına özellikle de genç kitleler arasında yayılması hem de işçilerin sosyalist hareketlerden uzak tutulması çalışmaları kurumsal bir yapıya oturtulmuştur.
Kasım 1926’ya gelindiğinde ise İtalya’da totaliter rejimin temelleri, halkçı, sosyalist, liberal ve komünist 124 milletvekilinin milletvekilliklerinin topluca iptal edilmesiyle iyice
pekiştirilmiştir (Örs, 2010: 500).
İktidarının ilk birkaç senesi içinde Mussolini sendikaları kaldırmış, grevleri yasaklamış ve sosyalist akımları tamamıyla bastırmaya yönelik adımlar atmıştır.3
Öte yandan,
içeriğini faşist düşünceler uyarınca değiştirerek her seviyedeki eğitimi de doğrudan denetimi altına almıştır. Süreç içinde, devletin totaliter niteliği öyle etkili hale gelmişti ki,
üniversitedeki öğretim görevlilerinden açıkça faşist rejime bağlılık yemini etmeleri dahi
istenmiştir. Daha hayret verici olan ise 1.200 profesörden sadece 12’sinin bu andı içmeyi
reddetmiş olmasıydı. Mussolini’nin amacı faşist rejimi sağlamlaştırmak, güçlü, otoriter
bir devlet yaratmak ve topluma bütün alanlarda nüfuz ederek İtalyan halkını ve olası muhalefet odaklarını kontrol altında tutmaktı. Bu amaç da, bu örnekten de anlaşılabileceği
gibi, başarılı bir biçimde gerçekleştiriliyordu (Örs, 2010: 501-502). Fakat diğer taraftan,
Mussolini uyguladığı bazı devletçi ekonomi politikalarıyla tarımın ve sanayinin canlanmasını, İtalya’da işsizliğin azalmasını sağlamıştır. Bu ekonomik iyileşme durumu da şüphesiz ki, bir yandan halk kitleleri arasında faşizme karşı sempatiyi arttırırken bir yandan
da Mussolini’nin popülaritesinin daha da artmasına neden olmuştur (Carocci, 1965: 36).
Bu popülariteyi faşizmin çağın en doğru ideolojisi ve en ideal yönetim biçimi olduğu
propagandasını yapmak için kullanan ve bu amaç doğrultusunda gerek eğitim gerekse de
iletişim olanaklarından sonuna kadar yararlanan Mussolini, kendisi üzerinde odaklanan
bir lider kültü yaratmayı başarmıştı. Kendisini Duçe (lider) olarak adlandıran Mussolini’ye göre Duçe, hem devletin hem ordunun başı hem de İtalyan halkının şefkatli babasıydı. Ona göre politikacı, bir sanatçı gibi toplumun hem bedenine hem de ruhuna hitap
edebilmeliydi (Falasca-Zamponi, 1997: 15). Mussolini gençliğinde okuduğu Friedrich
Nietzsche, George Sorel, Vifredo Pareto gibi düşünürlerin etkisiyle, dönemin ağır ekonomik ve sosyal koşulları altında, akil bir liderin mutlak otoritesinin peşinden gitmenin
devleti ve toplum yapısını korumak için en doğru yol olduğu düşüncesinin savunuculuğu2 Türkçe “iş sonrası” anlamına gelen Dopolavoro, faşist rejimin işçiler için kurmuş olduğu eğlence ve boş vakitleri
değerlendirme örgütleri sistemidir. Tam adı “Opera Nazionale Dopolavoro”dur. Dopolavoro örgütü hakkında, bkz.
Togliatti (1978: 117-135).
3 1925 yılının Haziran ayında İtalya’daki sendikacılık hareketleri faşistleştirilmiştir. Bu bağlamda, işçileri
işverenlerle görüşmelerinde yalnızca faşist sendikaların temsil edebileceği kararlaştırılmıştır. Aynı yılın Ekim
ayında sanayicilerle faşist sendikaların yaptığı antlaşmaya göre de işçiler grev hakkını kaybediyor ve fabrikaların
iç komisyonları sona eriyordu. Bu durum 1926 yılın Nisan ayında kanunlaşmış, sendikacıların grev hakkından ve
iç komisyonlardan vazgeçmesi kesinleşmiştir. Bu konu hakkında, bkz. Carocci (1965: 40-42).
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
91
nu yapıyordu. Mussolini faşizmin evrensel bir karakteri bulunduğunu düşünüyor ve faşist
rejimlerin liberal demokrat yönetimlerden muzdarip olan halkların sorunlarını çözmek
için en iyi yönetim biçimi olduğuna inanıyordu (Feldman ve Griffin, 2008: 138-139).
Düşüncelerinin toplumdaki karşılığı ise giderek artıyor, Faşist Parti ve yan kuruluşlarının
üyeleri çoğalıyordu. Örneğin, 1936 yılına gelindiğinde Dopolavoro’nun üye sayısı 3 milyona kadar ulaşmıştı (De Grazia, 2002: 19).
Akdeniz’den “Bizim Deniz” (Mare Nostrum) diye bahseden Mussolini, başbakan olduktan birkaç ay sonra Şubat 1923’te, İtalyan Senatosu’nda yaptığı bir konuşmada şöyle
demiştir: “Şunu söylemek cesaretine sahip olmamız gerekir ki, İtalya bir tek denizde
ebediyen kapanıp kalamaz, bu deniz Adriyatik olsa bile. Adriyatik’ten başka Akdeniz vardır” (Macartney ve Cremona’dan aktaran Armaoğlu, 2010: 219). Güçlü olanın haklılığına
inanan Mussolini’nin hareketleri ve konuşmaları genel olarak provoke edici tarzdaydı.
Ayrıca siyaset sahnesinde fikirlerini kabul ettirebilmenin saldırgan bir tavırla mümkün
olabileceğine kanaat getirmişti (Öndeş, 1976: 65). Bu doğrultuda, bu söylemlerinden de
anlaşılacağı üzere, Mussolini’nin dış politikada stratejisi pasifist anti-emperyalizm yerine
saldırgan bir milliyetçilik anlayışına dayalıydı.
Faşist İtalya’nın Dış Politikası
Mussolini dış politikada öncelikle Fiume konusu ile ilgilenmiştir. Bu bölgenin, 1915
Londra Antlaşması’yla savaştan sonra İtalya’ya bırakılması kararlaştırılmış, fakat savaş
sonrasında İtalya istediğini elde edememiştir. Wilson’ın hakemliğinde Fiume’ye, Kasım
1920’de İtalya ile Yugoslavya Krallığı arasında yapılan Rapallo Antlaşması’yla Serbest
Şehir olarak bağımsızlık statüsü verilmiştir. Mussolini’ye göre Fiume ile ilgili kazanım
elde etmenin sembolik bir anlamı bulunmaktaydı ve bu adım İtalya’nın kendisine yapılan
haksızlıkları gidereceğinin bir göstergesi olacaktı. Bu sebeple de, iktidara geçince fazla
beklemeden bu meseleyle ilgili Yugoslavya’ya baskı yapmaya başlamıştır. Ocak 1924’te
yapılan Roma Antlaşması’yla Baroş Limanı Yugoslavya’da kalacak şekilde Fiume’nin
İtalya’ya katılması sağlanmıştır (Armaoğlu, 2010: 219-220).
İtalya’nın dış politikada güç kullanımına başvurduğu ikinci ülke Yunanistan’dır. Yunanistan-Arnavutluk arasındaki sınır meseleleriyle ilgilenmek için kurulan uluslararası
komisyondaki İtalya temsilcisi General Enrico Tellini ve üç asistanının Yanya’da Ağustos 1923’te öldürülmesi İtalya ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin bir anda gerilmesine
sebep olacaktır. İtalya, bu durum karşısında, Yunanistan’dan 50 milyon liret tazminat
ve suçluların cezalandırılmasını istemiştir. Yunanistan’ın tüm çabalarına karşın suçluları
yakalayamaması üzerine ise Yunanistan’ın Korfu Adası İtalya tarafından işgal edilecektir. Bu işgal bölge devletlerinde korku ve huzursuzluğa sebep olmuş olsa da, Milletler
Cemiyeti’nin Yunanistan’ı diplomatik düzeyde özür dilemeye ve İtalya’nın talep ettiği
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
92Y
50 milyon liretlik tazminatı ödemeye zorlamasıyla İtalyan güçleri adayı terk etmiştir (Armaoğlu, 2010: 220).
Yugoslavya ile Yunanistan’ı endişeye sevk eden bir diğer konu ise, İtalya’nın Arnavutluk üzerindeki etkisini iyice artırması durumu olmuştur. İtalya Aralık 1922’de, eski
başbakanlardan Ahmet Zogu’nun Arnavutluk’ta iktidarı ele geçirmesine yardımcı olmuş,
Zogu da iktidarı ele aldıktan sonra ülkedeki yönetimini devam ettirmek ve sağlamlaştırmak adına İtalya’ya dayanmayı tercih etmiştir. İtalya bu dönemde, Arnavutluk’a geniş
ekonomik yardım yapmıştır. Özellikle 1929 Büyük Bunalımı’nı takip eden yıllarda Arnavutluk, İtalyan desteğine tam anlamıyla muhtaç hale gelecekti. 27 Kasım 1926’da İtalya
ile Arnavutluk arasında bir Dostluk ve Güvenlik Paktı imzalanmıştır. Fakat Yugoslavya
bu anlaşmaya büyük tepki göstermiş ve Arnavutluk’un Yugoslavya sınırları içindeki Arnavutlarla ilgilenmesi üzerine, Kasım 1927’de Fransa ile imzaladığı bir Dostluk ve İttifak
Antlaşması ile İtalya-Arnavutluk Antlaşması’na cevap vermiştir (Armaoğlu, 2010: 220-
221).
İtalya’nın Arnavutluk’un koruyuculuğunu alarak Balkanlar bölgesinde ağırlık kazanmaya başlaması Yunanistan ve Yugoslavya’yı ciddi derecede rahatsız etmiştir. Diğer taraftan, Mussolini’nin Doğu Akdeniz ve Anadolu’yu da kendi etki alanı içinde görmesi,
Türkiye’de de Faşist İtalyan yönetimine yönelik güçlü bir tehdit algılamasının doğmasına
yol açmıştır. 1934’te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında imzalanan
Balkan Antantı da, bu devletlerin esas olarak İtalyan tehdidine karşı korunma yönelimlerinden kaynaklanmıştır (Uçarol, 2006: 619-620).
Balkanlar’daki faaliyetlerinden sonra Mussolini dikkatini bu kez Afrika kıtasına çevirmiştir. Bu dönemde Doğu Afrika bölgesinde Eritre ve İtalyan Somalisi’ni sömürge
olarak elinde tutan İtalya, 1896 yılında toprakların katmaya çalıştığı fakat elde edemediği Habeşistan’la (şimdiki Etiyopya) tekrar yakından ilgilenmeye başlamıştır. Milletler
Cemiyeti’nin Japonya’nın 1931 yılında Mançurya’yı işgali karşısında etkin bir eylemde
bulunamaması İtalya’yı cesaretlendiren bir unsurdur fakat Mussolini Habeşistan’a yönelik politikasından dolayı İtalya’ya karşı kurulabilecek bir İngiliz-Fransız ortaklığından
çekinmektedir. Bu sebeple, İtalya önce İngiltere ve Fransa’yla 1935’te Stresa Konferansı’nda bir araya gelmiş ve bu ülkelerle Almanya’nın silahlanma ve Orta Avrupa’da etkinlik kurma çabalarına karşı anlaşmıştır. Bu konferansta, İngiltere ve Fransa’nın dikkatinin
temel olarak Almanya üzerinde yoğunlaştığını gören İtalya, Habeşistan’a karşı harekete
geçmeye karar verir. Habeşistan-Somali sınırındaki küçük çaplı silahlı çatışmaları bahane eden İtalya Ekim 1935’te Habeşistan’ın Adowa ve Adigrat şehirlerini bombalayarak
Habeşistan’ı istila etmeye başlamıştır. İtalya’nın bu saldırısı karşısında Milletler Cemiyeti İtalya’yı saldırgan taraf olarak belirlemiş ve bu ülkeye yönelik birtakım zorlama
tedbirlerinin alınmasına karar vermiştir. Fakat bu zorlama tedbirleri, Mussolini’nin de
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
93
hesap ettiği gibi İtalya’yı köşeye sıkıştıracak çapta olmamıştır. Savaşa devam eden İtalya, Habeşistan’ın beklenenden iyi direnmesine karşın, üstün teknolojik silahlarının hatta
yer yer zehirli gaz kullanımına başvurmasının sayesinde işgali tamamlayabilmiştir. Mayıs 1936’da İtalya Habeşistan’ı bütünüyle topraklarına kattığını ilan etmiştir (Armaoğlu,
2010: 313-317).
II. Dünya Savaşı’na uzanan süreçte, İngiltere temel olarak Yatıştırma Politikası (Appeasement Policy) çerçevesinde hareket ettiğinden, İtalya’nın bu ülkeyle olan ilişkileri
1935’e kadar olumlu bir seyir izlemiştir. Zaten yukarıda da belirtildiği gibi, İngiltere’nin
asıl tehdit algılaması Almanya’ya yönelikti ve İtalya bu ülke kadar ciddiye alınmamaktaydı (Öndeş, 1976, s. 66). Buna karşılık, İtalya’nın, Akdeniz’de etkili bir deniz kuvveti
olma vasfıyla, aktif politikalar izlemeye başlaması ve bu bölgeyi doğal yayılma alanı
olarak değerlendiriyor görüntüsü vermesi Fransa’da hoş karşılanmamıştır. Fransa ile İtalya arasındaki rekabetin artması ise, İtalya’nın Fransa’ya karşı Almanya’ya yakınlaşması
sonucunu doğurmuştur (Armaoğlu, 2010: 221-222).
Bu arada Mussolini Batı Avrupa’ya yönelik de yönetim anlayışına uygun politikalar
geliştirmiş ve uygulamıştır. 1936’da İspanya’da kanlı bir iç savaş başlamış ve sosyalist
eğilimli cumhuriyetçi güçlerle General Francisco Franco’nun liderliğini yaptığı faşizan,
kral yanlısı kuvvetler iktidar mücadelesi içine girmişlerdir. Mussolini bu iç savaşta Franco’yu gerek asker gerekse de askeri mühimmat göndererek etkili biçimde desteklemiştir.
Ülkeyi binlerce insanın hayatını kaybettiği bir savaşa sürüklemiş olan Franco, 1939 yılında Almanya ve İtalya’nın desteğiyle Madrid’e girmiş ve uzun bir iç savaş sonrası ülkedeki cumhuriyetçileri yenilgiye uğratarak otoriter rejimini kurmuştur (Sander, 2004: 55-56).
İtalya, Habeşistan üzerindeki politikası sebebiyle kendisini protesto eden ve bazı yaptırımlara giden Milletler Cemiyeti’nden 1937 yılında ayrılmış ve aynı yıl Almanya ve
Japonya arasında bir yıl önce kurulmuş bulunan Anti-Komintern Pakt’a katılmıştır (Armaoğlu, 2010: 324). Devam eden süreçte, önce 1939’un Nisan ayında Arnavutluk’u işgal
eden İtalya, ardından 22 Mayıs 1939’da ise Almanya’yla Çelik Pakt olarak da bilinen
Dostluk ve İttifak Antlaşması’nı imzalayarak tam manasıyla revizyonist devletler kampına dahil olmuştur (Carocci, 1965: 125; Armaoğlu, 2010: 362-365).
1 Eylül 1939 sabahı Nazi Almanyası ordularının Polonya sınırlarını geçmesiyle İkinci
Dünya Savaşı başlamıştır. Roma İmparatorluğu dönemine atıfta bulunarak İtalyan topraklarını genişletme arzusunu eskiden beri dile getiren Mussolini bu savaşa Almanya’yla
aynı safta katılmıştır. İtalya’nın 10 Haziran 1940’ta resmen savaşa girmesi İngiltere’yi
Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da zor durumda bırakacaktır. Çünkü bu bölge İngiltere’nin
sömürgeleriyle olan bağlantısı açısından stratejik bir öneme sahipti. İtalya, savaşın başlarında bölgede ilerleme kaydetmesine karşın, İngiltere’nin karşı taarruza geçmesi ve
savaşın gittikçe hız kazanmasıyla birlikte güç kaybetmeye başlamıştır. Adolf Hitler yö-
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
94Y
netiminden aldığı destekle işgal ettiği bölgelerde bir süre daha direnebilen İtalya, 1941
yılının Mayıs ayında Kuzey Afrika’da İngiltere tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmıştır.
Öte yandan İtalya, Balkanlar’da da umduğunu elde edememiştir. İtalya, Ekim 1940’ta
Yunanistan’a verdiği bir ültimatomla bu ülkeden bazı toprakların kendisine verilmesini
istemiş, istekleri reddedilince de saldırıya geçmiştir. Ancak, saldırıya hızlı başlamasına
rağmen, Yunan birlikleri karşı saldırıya geçince İtalya bu cephede de mağlup olmuştur ve
Yunan birliklerinin Arnavutluk’a girmesiyle Adriyatik’e doğru çekilmek zorunda kalmıştır (Sander, 2004: 142-144; Armaoğlu, 2010: 453-454).
1943 yılına gelindiğinde ise İtalya açısından yolun sonu görünmüştür. Bu tarihte, müttefik kuvvetler İtalya’ya güneyden çıkarma yapmış, bu tehdit üzerine Kral III. Victor
Emmanuel Mussolini’yi görevden almış ve onun yerine, teslim olmaya sıcak bakan Mareşal Pietro Badoglio’yu getirmiştir (Öndeş, 1976: 552). Mussolini hapse atılmıştır, ancak
Hitler’in hem kendisine duyduğu şahsi hayranlık hem de Mussolini’den sonra İtalya’nın
teslim olmasından çekinmesinden dolayı, özel kuvvetlerine düzenlettiği bir operasyon
sonucu Gran Sasso’da tutuklu bulunduğu otelden 12 Eylül 1943’te kurtarılarak Viyana’ya
kaçırılmıştır (Forczyk, 2010: 53).
Mussolini bir süre sonra İtalya’ya dönmüş ve ülkenin kuzeyinde başkenti Salo olan
yeni faşist devlet İtalya Sosyal Cumhuriyeti’ni (Repubblica Sociale Italiana) ilan etmiştir. Fakat bu yeni İtalya Sosyal Cumhuriyeti ayakta kalabildiği kısa süre zarfında fazlasıyla Alman tahakkümü altında kalmıştır. Mussolini’nin de Almanya’nın ağır etkisi altında
kukladan farklı bir rolü olmamış, halkın güvenini yeniden kazanmak için başvurduğu
girişimler de sonuç vermemiştir (Carocci, 1965: 136). Savaşın son yıllarına böylesi parçalanmış bir yapıda giren İtalya’nın yenilgisi de kaçınılmaz hale gelmiştir. Her ne kadar
Almanlar Mussolini’yi kaçırdıktan sonra Roma’yı ele geçirip bir süre daha direniş göstermişseler de müttefik kuvvetler önce 1944’ün Haziran ayında Roma’ya girmiş, sonrasında 1945 yılının başlarında da Kuzey İtalya’yı ele geçirmişlerdir (Sander, 2004: 177).
Mussolini’nin savaşın Avrupa’da bitmesine kısa bir zaman kala, Nisan 1945’te İsviçre’ye
kaçmaya çalışırken İtalyan komünistlerce yakalanıp öldürülmesiyle ise İtalya’da faşist
yönetim tam olarak sona ermiştir.
İtalyan Faşizmi’nin Temel Özellikleri
İtalyan Faşizmi’nin gerek iktidar iddiasıyla ortaya çıktığı süreçteki genel yaklaşımı
gerekse de yönetimde olduğu dönemdeki politik çizgisi göz önüne alındığında bu rejimin
başlıca karakteristikleri şu şekilde özetlenebilir:
Öncelikle, İtalyan Faşizmi, lider yani “Duçe Mussolini” kültüne dayanan, saldırgan
milliyetçiliği içeren totaliter ve popülist tarzda bir yönetim biçimidir. Roma İmparator-
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
95
luğu’nu canlandırma hayaline dek varan emperyal heveslere sahip olup, kurgulanan dış
düşmanlar imgesi yoluyla içte birlik ruhu yaratılmaya çalışılmaktadır. Anti-entelektüel
ve şiddet içeren bir söyleme sahip olan İtalyan Faşizmi, akıldan ziyade, inanç ve duygulara hitap etmekte ve eyleme dayanmaktadır, ayrıca mitleri, sembolleri, ritüelleri, marş
ve sloganları yoğun bir şekilde kullanmakta böylece iç tutarlılığı zayıf bir ideoloji de
olsa kitleleri mobilize ederek kendisine çekebilmektedir. Yine, İtalyan Faşizmi’nde devlet
aşırı derecede kutsanmakta ve totaliter rejimlerin ayırt edici bir özelliği olarak devlete
bağlı bir insan tipi yaratılmaya çalışılmakta, tüm eğitim ve propaganda olanakları bu
amaç doğrultusunda kullanılmaktadır. Dahası, devletin bir hizmetkârı gibi görülen insan
ancak toplumun bir parçası olması kaydıyla anlam kazanmaktadır. Bu bağlamda İtalyan
Faşizmi’nin toplum anlayışı organizmacı ve dayanışmacı niteliktedir. Öte yandan, İtalyan
Faşizmi’nin bir diğer temel özelliği de bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi tek partili
düzene dayanmasıdır. Bütün halkın çıkarını göz önüne alarak hareket ettiğini savunan
bu tek parti ile devlet tam olarak birleştirilmektedir. Çünkü ancak bu şekilde devlet tam
anlamıyla ele geçirilebilecek ve muhalefet yok edilebilecektir (Örs, 2010: 494-498).
İtalyan Faşizmi’nin dikkat çeken bir özelliği de erkek egemen bir hareket olmasıdır.
Savaş Demetleri’nin kurulduğu 1919’daki San Sepulchro toplantısında görece daha fazla
kadın varken, hareketin zamanla şiddete daha fazla başvurmasıyla kadınların bütün üyeler içindeki ağırlığı en çok % 1 veya 2’ler düzeyinde kalacaktır (Mann, 2004: 101). İtalyan Faşizmi korporatif ekonomik sisteme sahiptir. Bu bağlamda, ekonomik yapı korporasyonlar olarak anılan sektörlere bölünmekte ve bu sektörlerin devletin katı otoritesi
altında hareket etmesi sağlanmaktadır. İtalyan Faşizmi, sınıf çatışmalarının bu ekonomik
sistemle aşılacağı iddiasına sahiptir (Örs, 2010: 501).
Bu özelliklerden anlaşılabileceği gibi, İtalya’da faşist iktidarın amacı, bireylerin bakış
açılarını kontrol altında tutarak itaatkâr yığınlar yaratmak ve tek tipi dayatan özgürlük
karşıtı bir tutumla toplum hayatına doğrudan müdahale etmek olmuştur. İnsan unsurunun
rolü ise devletin işlevsel bir aracı olmasından ibarettir. Faşizmde demokrasi kavramına
inanılmamaktadır, demokrasinin toplumda anarşinin doğmasına sebep olacağı ön kabulü
vardır. Önemli olan toplumsal disiplinin sağlanması ve insanların istenilen biçimde yönlendirilebilmesidir. Böylesi bir sistemin de halkı etrafında birleştirici mefhumlar üzerine
eğilmesi gerekir ki, bu noktada kitlelerin dine yüklediği anlamların kilit bir rolü vardır.
Faşizm, Protestan ağırlıklı Almanya’da anti-klerikal ve ırkçı pratiklere daha fazla önem
veren Katolik İtalya’da ise dine hürmetkâr bir tavır takınmıştır. Faşist rejimin etkinliği,
entelektüel sığlığa ve manipülasyona dayanmasından gelmektedir. Ayrıca, faşist rejim iktidarı elinde tutabilmek için de halk üzerinde hayatın her alanında tahakküm uygulamakta
ve bu süreçte iç ve dış sermaye çevreleriyle simbiyotik bir ilişki içinde bulunmaktadır.
İtalyan Faşizmi müttefiki olan Alman Nazizmi’yle temelde aynı amaçları paylaşıyor-
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
96Y
du. İkisinin de hedefi başta Birinci Dünya Savaşı’ndaki düzenlemelerin revize edilmesiydi. Öte yandan, iki rejimde de yurtiçinde burjuva hâkimiyetine dayalı, kapitalist sistemin
koyulaştırılarak devlet kontrolüne tabi kılınmış bir versiyonu oluşturulacaktı.4
İki model
de totaliter rejimlerin iyi birer örneğiydi. Bu iki hareketin de dayandığı ideolojik altyapı
pozitivizm ve materyalizm karşıtlığında gelişmişti ve romantik bir niteliğe sahipti. İkisinin de ütopik bir gelecek kurgusu vardı. Ayrıca iki hareket de siyasete şüpheci bir bakış
açısıyla yaklaşıyor, kendilerini partiler üstü bir konuma yerleştiriyorlardı.
Fakat diğer taraftan, iki rejim arasında birtakım farklar da yok değildi. Öncelikle
ırkçılık düşüncesi İtalya Faşizmi’nde Alman Nazizmi’ne göre daha zayıftı. Hitler’in ırk
devleti anlayışı ve kan unsuruna dayalı olarak güttüğü ırkçı politikalar yerine İtalya’da
kültüre dayalı bir milliyetçilik söz konusu olmuş, bu anlamda dil ve tarih birliği gibi
konulara vurgu yapılmıştır (Örs, 2010: 508). Irkçı yaklaşımlar ırkçı geleneğin eskiden
beri güçlü olduğu Almanya’yla yapılan pakttan sonra bir ölçüde yoğunlaşsa da, İtalya’da
yine de nazizmde olduğu gibi bir üstün ırk ideolojisi olmamıştır. Bununla birlikte, tıpkı
nazizm gibi faşizmin de savaşlarla dolu bir siyasi geçmişi vardır. Fakat bu noktada da,
Avrupa’da yeni düzen kurma yolunda bütün bir Avrasya’yı yaşam alanı olarak belirleyen
ve bu yönde hareket eden Alman Nazizmi İtalyan Faşizmi’ne göre daha ihtiraslı bir siyasi
projeye sahipti.
İtalyan Faşizmi de tıpkı Nazizm gibi karizmatik liderlik tipini içermekte ve güçlü bir
liderin varlığına dayanan bir yönetim şeklini ortaya koymaktadır. Fakat bu durum İtalyan
örneğinde, yine de, liderin tek adam olarak öne çıkması sonucunu doğurmamıştır. Faşist sistemde her ne kadar Duçe kapsamlı yetkilere sahip olsa ve İtalyan ulusunun ebedi
yol göstericisi olarak görülse de, gerek Kral gerekse Büyük Faşist Konseyi de (Gran
Consiglio del Fascismo) politikaların üretilmesi ve uygulanışında etkide bulunabilmekteydiler. Mussolini’nin 1943 yılında alaşağı edilebilmiş olması bu konunun anlaşılması
bakımından manidardır. Oysa ki, Nazi Almanyası’nda Hitler’in ağırlığı daha fazladır ve
tek adamlık yönü daha belirgindir.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle beraber İtalya’da faşist rejimin son bulmasına karşın, faşizm kavramı savaş sonrasında da kullanılmaya devam etmiştir. Kavram, hem iki
savaş arası dönemde Avrupa’da hemen hemen eş zamanlı olarak yükselen ve Portekiz, Almanya, İspanya gibi ülkelerde egemen olan diktatörlükleri hem de savaş sonrasında dünyanın çeşitli bölgelerinde –örneğin 1943-1955 yılları arasında Arjantin’de ve 1973-1988
yılları arasında Şili’de– ortaya çıkan ve faşist rejimin bir takım özelliklerini bünyesinde
4 Faşizmin kapitalizmle olan ilişkisi konusunda Georgi Dimitrov tarafından, faşizmin dünyayı felaketlere
sürüklemeye başladığı bir dönemde, 1933’te Moskova’da toplanan Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin
13. Birleşik Oturumu’nda yapılmış ve Komünist Enternasyonal’in Yedinci Kongresi’nde kabul edilmiş olan tanım
dikkat çekicidir. Bu tanıma göre faşizm, “finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist öğelerinin açık,
terörcü diktatörlüğüdür. Faşizm tekelci sermaye için bir yığın tabanı oluşturmaya çalışır.” Bu tanım ve faşizmin
daha “sol”dan bir okuması için, bkz. Togliatti (1978).
İtalyan Faşizmi ve Tarihsel Gelişimi
Y
97
barındırdığı düşünülen baskıcı rejimleri nitelendirmek için kullanılmaktadır. Bu kullanımda kavram genişletilmekte, İtalyan milliyetçiliğinin ve Soğuk Savaş öncesi döneme
ait olmanın boyunduruğundan çıkarılarak milliyetçiliği temel alan ve siyasi hedeflerine
ulaşmak için popülizme dayanan tüm siyasi grupları kapsayacak düzeye getirilmektedir.
Faşizm kavramı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde hiçbir yapılanma tarafından
açıkça kullanılmamasına karşın, genellikle “aşırı sağ” akımlar içerisinde değerlendirilen, demokrasiden bir sapma olarak ele alınan ve savaş sonrası dönemin insan hakları,
özgürlük gibi önde gelen değerlerini benimsemediği düşünülen siyasi ve toplumsal yapılanmalar farklı gruplarca faşist olarak nitelendirilmiştir. Örneğin, 1980 sonrası dönemde
Avrupa’da ortaya çıkan bazı akımlar için “faşizm” ya da “neo-faşizm” kavramları kullanılmaktadır. Aşırı milliyetçi söylemleri kullanan, bu milliyetçi söylemlerini etnik temele
dayandıran ve ırkçı olarak nitelendirilen bu akımlar çoğu kez göçmen yabancılara karşı
düşmanlıkları ile gündeme gelmektedir. Bu bağlamda bu akımlar, özellikle işsizlik gibi
sorunların sebebi olarak göçmen yabancıları görmekte ve kültürel farklılığı ön plana çıkarmaktadırlar. Yine, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “az gelişmiş” ve “gelişmekte olan”
şeklinde isimlendirilen Avrupa dışındaki bazı ülkelerde (Arjantin, Şili, Irak gibi) ortaya
çıkan baskıcı rejimler için de “faşizm” ya da “neo-faşizm” kavramları kullanılmaktadır (Örs, 2010: 509).5
Ayrıca, söz konusu bu yapılanmaların, anti-kapitalist yönelimlere
sahip olsalar dahi (ki bu istisnai bir durumdur ve söylem düzeyinde kalmaktadır), sınıf
çatışmasını reddederek tüm kesimleri aynı potada ele alma eğilimlerinden dolayı hâkim
ekonomik kesimlerin çıkarlarına yarar sağladıkları düşünülmektedir.
Dönemin İtalyan Faşizmi, hem aynı dönem içerisinde yükselen diktatörlük rejimlerinin ilki olması hem de faşizm kavramını açıkça kullanması nedeniyle bu kavramın literatürdeki karşılığı konusunda ipuçları vermektedir. Bu bağlamda, temel özellikleri ve
hayata geçirdiği uygulamalar düşünüldüğünde, İtalyan Faşizmi gerek iki savaş arası dönemde gerekse İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan baskıcı rejimler ve bazı aşırı
milliyetçi akımlar için hem bir model oluşturmuş hem de bu rejim ve akımların “faşist”
ya da “neo-faşist” olarak nitelendirilmelerine kaynaklık etmiştir.
Sonuç
Bu noktaya kadar, faşizmin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’da hangi şartlarda
ve nasıl iktidara geldiği anlatılmaya çalışılmış, iktidara geldikten sonra da içeride ve dışarıda ne gibi politikalar izlediği üzerinde durulmuştur. Ayrıca, iktidarda kaldığı süre zarfındaki uygulamalarından hareketle İtalyan Faşizmi’nin temel özellikleri ortaya konulmaya
5 Bu noktada, Birsen Örs, anlam karmaşası olmaması gerekçesiyle, bir siyasi ya da toplumsal yapılanmanın aşırı
milliyetçi hatta “ırkçı” ya da “baskıcı” olmasının onun faşist olarak adlandırılması için yeterli olup olmayacağı
konusunu “totaliter” ve “otoriter” rejimler arasındaki farkları ortaya koyarak açıklamaktadır. Bu konu için, bkz.
Örs (2010: 509-512).
Çelikçi, A.S. ve Kakışım, C. Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(2) 2013.
98Y
çalışılmış, bununla beraber İkinci Dünya Savaşı’ndaki müttefiki Alman Nazizmi’yle kısa
bir karşılaştırılması yapılmıştır. Son olarak ise, faşizm kavramının İkinci Dünya Savaşı
sonrası dönemde hangi bağlamda kullanıldığı ve İtalyan Faşizmi’nin gerek iki savaş arası
dönemde gerekse İkinci Dünya Savaş’ından sonra başka ülkelere model olması konusuna
değinilmiştir.
Sonuç olarak, Birinci Dünya Savaşı’nda galip gelen safta yer almasına karşın savaşın
sonunda istediğini elde edememesinin yaratmış olduğu büyük hayal kırıklığı ve savaştan
sonra içine girmiş olduğu gerek ekonomik gerekse siyasi istikrarsızlık, İtalya’da faşizmin
iktidara gelmesinde önemli rol oynamıştır. Faşist yönetim, hem iç politikada düzen ve dış
politikada başarı vaat etmesi hem de duygulara hitap etmesi nedeniyle İtalyan halkının
önemli bir kısmının desteğini almayı başarmıştır. Faşist yönetim iktidarı ele geçirdikten
sonra toplumsal hayatın hemen hemen her alanını kontrol altında tutmak istemiş ve buna
yönelik adımlar atmıştır. Bir yandan iç politik düzlemde faşizmin baskıcı ve totaliter yönü
iyice kendisini gösterirken, diğer yandan dış politikada benimsemiş olduğu saldırgan milliyetçilik anlayışı Faşist İtalya’nın uluslararası arenada son derece olumsuz bir imaj oluşturmasına neden olmuştur.
Her ne kadar, İkinci Dünya Savaşı’nın İtalya’nın mağlubiyetiyle sonuçlanması bu
ülkede faşist yönetimin sonunu getirdiyse de, faşizm kavramı ve faşist uygulamalar dünya politikasında yer etmeye bundan sonra da devam etmiştir. Şiddet içeren söylemleri
barındıran ve büyük yıkımlara yol açmış olan İtalyan Faşizmi, iktidarda bulunduğu süre
zarfında sergilediği özellikleriyle hem o dönemde hem de İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde başka ülkelere model oluşturmuştur. Bu bağlamda, bugün hala aşırı milliyetçi
söylemlere başvuran ve popülizme dayanan, ayrıca demokrasi, insan hakları ve özgürlük gibi değerleri benimsemediği düşünülen yapılanmalar farklı çevreler tarafından faşist
olarak nitelendirilebilmektedir
Yazar:
aussieroberts
Bir cevabı oylayın:
4