Açıklama:
Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- Mushaf’ın cem edilmesini, yani iki kapak arasına toplanmasını tamamlayınca insanları şahsî kullanımları için Kur’ân nüshaları yazmaya teşvik etti.[3] Zira daha önce insanlar Kur’ân’ın tamamını yazamamış, sadece bâzı sûre ve âyetleri kaydetmiş olabilirlerdi. Vahyin nüzûlü sona erip bütün âyet ve sûreler güçlü bir heyet tarafından iki kapak arasına toplandıktan ve binlerce hâfız ashâbın tasdîkini aldıktan sonra, artık insanlar rahatlıkla Kur’ân-ı Kerîm’i bir bütün hâlinde istinsah edebilir, yani kendileri için yazabilirlerdi.
Ubeydullah bin Abdullah, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- zamanında çoğaltılan nüshalardan Medîne Mushafı’nın Mescid-i Nebevî’de muhafaza edildiğini ve her sabah cemaate okunduğunu haber vermiştir.[4]
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve halîfeleri, İslâm dünyasının muhtelif merkezlerine pek çok âlim sahâbîyi Kur’ân-ı Kerîm’i ve sünnetleri öğretmek üzere göndermişlerdi.[5] Meselâ Mus’ab bin Umeyr -radıyallâhu anh- Medîne’ye muallim olarak gönderildiğinde, insanlara İslâm’ı anlatıyor ve her fırsatta Kur’ân okuyordu.[6]
Şam’a gönderilen Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- orada çok uzun süre yaşadı ve çok meşhur bir ilim halkası teşkîl etti. Talebelerin sayısı 1600’ü aşıyordu. Onları on gruba ayırarak herbirine yetiştirdiği hocalardan birini tayin etti ve gelişimlerini sırayla teftiş etti. Bu temel seviyeyi geçenler, doğrudan bu mübârek sahâbîden ders alma şerefine nâil oluyorlardı. Böylece daha ileri seviyedeki talebeler, hem Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh- ile çalışma hem de alt seviyedeki talebelere hocalık yapma imtiyâzına sahip oluyordu.[7] Aynı metod, diğer sahâbîler tarafından başka yerlerde de tatbik edildi.[8]