Soru: Güvercin Avı hikayesinin hikaye tahlilini atabilcek birisi var mı?​

Cevaplar 1

Cevap:

Yoo dedi, güvercinlerime dokunmayınız!”

Fakat o bu sözünü bitirmemişti ki, yanı başında bir silah patladı. Hüseyin Bey, eteği tutuşmuş bir adam telaşıyla ilk kurşunu atanın kolundan çekti:

—Ne yapıyorsun? Sakın ha! diye bağırdı. Lakin o bununla meşgul olduğu bir sırada bir diğeri si­lahını havaya kaldırdı; kulağı dibinde bir ikinci kurşun daha vızladı; havadaki kuşlardan bir tanesi dö­ne döne, yavaş yavaş aşağı düşmeğe başladı ve uçan kafilede büyük bir perişanlık alameti belirdi. Hü­seyin Beyin elinden kargısı düştü, bütün vücudu titriyordu, yüzünün rengiyle sakağının rengi birbirin­den fark olunamıyordu. İspiro, yanına yaklaştı:

—Ne olur canım, bırak! dedi.

—Bırak mı? Sen aklını mı bozdun? Söyle şunlara, vallahi sonra fena olur. —Fena mı olur? Nasıl. Hey, kendine gel çorbacı, O günler geçti.

Dünkü uşağın ağzından yüzüne bir tükürük gibi fışkıran bu sözdeki nihayetsiz hakareti işitmedi, hissetmedi bile... Şimdi, bütün hassası, birbiri ardı sıra havaya kalkan silahlar, vızıldayan kurşunlar, döne döne, yavaş yavaş iri kar parçaları şeklinde yere düşen güvercinlerle meşguldü. Çaresiz yalvar­mağa başladı.

Rica ederim yeter artık, rica ederim, diyordu. Size ne isterseniz vereyim. Bunlar ne yenir, ne içi­lir, yahu günahtır, günahtır.

Ve ona:

—Günah mı? O sizin dinde. cevabını veriyorlardı ve İspiro arsız arsız gülüyordu. Nişan alan zabitlerden birisi arkasını döndü; kendi lisanında bir şeyler bağırdı. Hemen hayvanlarla meşgul neferlerden bir kaçı düşen kuşları toplamağa koştular. Bunlardan bazısı avluya, bazıları çiftlik binasının dam­arı üstüne, bazıları dışarıdaki göle, bazıları bostana, bazıları epeyce uzaklarda, tarlalara düşüyorlar­dı. Bu beyaz güvercin yağmuru altında yaramaz bir çocuk neşesine tutulan düşman askerleri bir ta­raftan el çırpıyor, bir taraftan haykırıyorlar, bir taraftan da durdukları noktada tepiniyorlardı.

Zavallı Hüseyin Bey, kendinden geçti, bulunduğu yere çöküverdi. Artık hiçbir şey söylemiyor kenarlarından iri yaş damlaları sızan gözleriyle bu vahşi avı seyrediyordu. İspiro yaklaştı dedi ki:

—Neye bu kadar telaşlanıyorsun? Bırak biraz eğlensinler, bırak biraz eğlensinler. Kaç gündür sa­vaşıyoruz. Akşam bu kuşlardan ala mezelik olur mu? Hep beraberiz.

Hüseyin Bey, bir şey söyleyecek oldu, söyleyemedi; yutkundu kaldı. Şimdi gözyaşları dinmiş Ve bakışına korkunç bir manasızlık gelmişti.

Beyaz kuşları üst üste, demet demet avlunun ortasına yığıyorlardı. Havada kalanlar da dağılıp gitmişlerdi. Avcılara artık bir kesel gelmişti; içlerinden birisi gülerek Hüseyin Beye yaklaştı, gayet fe­na bir Türkçe ile:

—Nasıl iyi nişancıyız değil mi?" demek istedi. İhtiyar adam hiç cevap vermiyor, başını kaldırmış, havada bir noktaya dimdik bakıyordu. Neden sonra gözlerini yere indirdi ve avlunun ortasındaki be­yaz yığına yaklaştı, eğildi: Önünde altmış yetmiş kadar güvercin vardı, hepsini birer kere kanatların­dan, başlarından tutup avucunun içine aldı, kiminin gagasından öpüyor kiminin tüylerini uzun uzun, âdeta âşıkane bir tavırla okşuyordu. Zabitlerle konuşan İspiro, yüzünü ihtiyara doğru çevirdi. Ve o sırnaşık gülüşüyle uzaktan bağırdı:

— Gönder onları içeriye de kızartıversinler, dedi

Kuşbaz Hüseyin Bey, yerinden kımıldanmadı, işitmedi ve kana bulanmış ölü kuşları okşamakta, yüzüne gözüne sürmekte devam etti.

Düşman zabitlerinden birisi İspiro'ya elini başına doğru kaldırıp ihtiyarı göstererek "Acaba delimidir?" manasına gelen bir işaret yaptı. İspiro avlunun öbür ucundan bir daha bağırdı:

— Hey yeter artık, yeter; sana söylüyorum, sağır mısın be. İçeriye gönder güvercinleri, dedi.

Kuşbaz Hüseyin Bey, gene yerinden kımıldamadı, gene başını çevirmedi; o zaman zabitlerle be­raber eski çiftlik uşağı güvercin" kümesinin başucunda çömelen adama yaklaştılar; biri omzundan sarstı, diğeri sakalından çekti. Birkaçı karşısına çömeldi. Fakat çömelmeleriyle kalkmaları bir oldu. Hepsi birden haşyetle geri geri çekildiler ve birbirlerine demincek zabitin İspiro'ya yaptığı işareti tek­rar ettiler. Filvaki, ihtiyarın simasına acayip bir mehabet çökmüştü gözlerinde madeni bir parıltı var­dı ve bakışı bir süngünün ucu gibi sabit, dik, sert ve mütearızdı. Lekesiz ak sakalı ise yüzüne sürdü­ğü kuşların al kanına boyanmıştı; sanki çenesine Türk bayrağından bir parça sarmış gibiydi.”

Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU

OKUMAN İCİN HİKEYEYİ BULDUM UMARIM BEGNMİŞSİNDİR TAKİP EDERSEN SEVİNİRİM

Cevabı biliyor musunuz? Buraya ekleyin!

Cevabı bulamıyor musunuz?

Google ile giriş yap

veya

Şifrenizi mi unuttunuz?

Hesabım yok ve şunu yapmak istiyorum: Kayıt ol

Bir dil veya bölge seçin
How much to ban the user?
1 hour 1 day 100 years