Cevap:
Kumral Ada Mavi Tuna; Buket Uzuner’in 1997 yılında yazdığı, iç savaş içinde bulunan Tuna’nın çocukluğuna dayanan çaresiz aşk üçgenini anlatır. Yazarın bu romanı, 1998 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Ödülü’ne layık görülmüştür.
Tuna, adını dedesi tarafından Tuna Nehri gibi saf ve duru olması düşüncesiyle almıştır ve gözleri Tuna Nehri kadar mavi olduğundan dedesi ona bir de Mavi Tuna göbek adını vermişti. Tuna’nın bir de Aras adında abisi vardır. Abisi de adını bu düşünceyle almıştır.
Tuna ve ailesi Kuzguncuk’ta oturmaktaydı. İleriki yaşlarında da Kuzguncuk onun için çok değerli kalmıştır. Kendisi 5 yaşlarındayken evlerinin karşısına o dönemin çok ünlü oyuncuları olan Süreyya Mercan ve Pervin Gökay ailesi taşınmıştı. Kuzguncuk’ta büyük ilgi toplayan bu olay, Tuna’nın da dikkatini çekmişti. Bu ailenin kendi yaşlarında bir de kızı olduğunu öğrenince Tuna’yı daha da büyük bir heyecan sardı ve onunla tanışmak için sabırsızlanıyor fakat bir türlü cesaret edemiyordu. Bu kız Ada idi.
Bir gün tanışmak için cesaretini toplayan Tuna, evlerinin karşısına yeni taşınan komşularının evine doğru yola çıktı. O gün Ada ile tanışmayı başarmıştı. Tuna, bu gününü ilerleyen senelerde şu sözlerle ifa eder: “Onu ilk gördüğümde yaşantımda çok önemli bir yer tutacağını sezmiştim. Bu tıpkı, bir filmin daha ilk karesinden bütünü kavramak, sonunu tahmin etmek gibi bir duyguydu. Onu ilk gördüğümde bundan böyle artık benim için çok önemli olacağını sezmiş ve ürkmüştüm.”
Evet, Tuna bu kıza çocukluğunun getirdiği en saf duygularıyla aşık olmuştu. Ada da onu çok sevmişti ama kendinden iki yaş küçük olduğu için Tuna’yı kardeşi gibi seviyordu ve ona “Mabel” diye hitap ediyordu.
Tuna ilerleyen günlerde Ada ile daha da sık görüşmeye, daha fazla vakit geçirmeye başladı. Aynı zamanda Ada ile bu yakınlığı, kendisinin çok sevdiği Şair Doğan Gökay ile tanışma fırsatı sunmuştu. Çünkü Doğan Gökay Ada’nın çok sevdiği dayısıydı.
İlerleyen yıllarda Tuna’nın ağabeyi Aras ile Ada birbirlerine aşık olmuşlar ve Tuna da bu gerçekle somut bir şekilde yüzleşmek zorunda kalmıştı, küçücük kalbi paramparça olmuştu. Fakat Ada’dan hiçbir zaman vazgeçmedi, Ada’ya karşı içinde hep bir aşk besledi. Ada’yı kimsenin bu kadar sevemeyeceğine inandığı bir aşk…
O yıllarda Ada’nın kuzeni Meriç de Adaların evinde yaşamak durumunda kalmıştı. Meriç, Ada’nın yanı sıra daha sessiz sakin ve içine kapanık bir kızdı. Ada’dan çok daha güzel bir kızdı ve çok güzel kokuyordu. Bunun farkında olan Tuna yine de Ada’dan vazgeçmeye niyetli değildi. İlerleyen zamanlarda Meriç’in kendisine olan ilgisini fark etmesine rağmen kendisini, onu cevapsız bırakmak zorunda hissetti.
Ada ve Aras, Tuna’nın karşısında aşklarını yaşamaya devam ediyordu. Hatta evlilik hayalleri bile kuruyorlardı. İkisi artık liseyi bitirmişler ve Aras’ın üniversite tercihlerinin sonucunu bekliyorlardı. O günlerden birinde üçü birlikte bir gezintiye çıktılar. Bu gezintinin dönüşünde ağabeyi Aras, Tuna ile karşılarındaki yükseklikten aşağıdaki denize atlayıp atlayamayacağına dair iddialaşmaya başlamıştı. Heyecanlanan Aras, coşkuyla denize doğru koştu ve balıklama bir şekilde aşağı atladı. Denizden gelen sert bir sesten sonra Aras bir daha hiç geri dönmemişti. Aras ölmüştü. Bu ölümün ardından annesi ve babası bir ay sonra, Aras’ın tercihlerine yazdığı ilk ve son tercihi olan gemi mühendisliğini kazandığını öğrendiler ve daha da kahroldular. Kahrolan sadece anne ve babası değildi. Aynı zamanda Ada’nın da hayatı bir daha hiç eski haline dönmemecesine değişmişti ve Ada yurtdışına gitmişti. İlerleyen yıllarda Tuna Meriç ile Ada ise yurtdışında tanıştığı biriyle evlenmişti. Buna rağmen Tuna içinde hala Ada’ya karşı bir aşk beslemekteydi.
Uyandığı bir Salı sabahı Tuna; Meriç’in evden gittiğini, kendisine bıraktığı bir nottan öğrendi ve o anda masada gördüğü gazeteye uzandığında çocukluk aşkı Ada’nın bir cinayet işlediği yazıyordu. O sırada çalan kapıyı açtığında karşısında iki asker gördü ve bu askerler ülkede bir iç savaş çıktığını, Tuna’yı da bu savaşa almak için geldiklerini söylüyorlardı. Tuna ise o an Ada’yı bulup haberlerin yalan olduğunu onun ağzından duymak için can atıyordu. Fakat el mahkûm askerlerle gitmeye razı oldu. Tüm iç savaş boyunca yaşadıklarının bir rüya, bir karabasan olduğuna inanmak için kendini zorladı ve hep uyanıp Ada’yı bulmayı istedi.